2 Nisan 2020 Perşembe

İlahi İrade Kanunu


İlahi İrade Kanunu
            Günlük yaşamda, normal olarak, normal bir insandan beklenenler, genellikle, bilinebilir. Yaşam ortamında hüküm süren sorunlar ve koşullar ile kişisel ve toplumsal davranışlar bilindiği sürece, bireysel aklın kullanım sınırları tahmin edilebilir. Uç noktalar olarak ‘Ateist’ ve ‘Allah ehli’ olanlar dışındaki insanların ‘genel halleri’ ele alınırsa, insanlar, ‘Yarı İmanlı’, ‘Cennet Ehli’ ve ‘Sehven Cennetlik’ olmak üzere üç kategoride özetlenebilir.
            Her insanın çocukluk dönemi, fıtratları gereği, ortak denecek kadar masumiyet içerir. Reşit oluncaya kadar herkes, gerek eğitim ve öğretim kurumlarından, gerekse aile ve toplum hayatından, alacağını almış olur. Kendine göre çok sorununu çözmüş olabilir ama birçok sorusu da hala cevap bekler. İçgüdüsüyle, içinden gelenlerle ve fıtratına kazınanlarla; verilen aklı, fikri, kalbî duyguları, nefsaniyetiyle, belirli bir ahlak düzeyinde yaşamını sürdürür. İşinde başarılı ve aile hayatında mutlu olabilir ama bazı toplumsal soruları kadar bireysel soruları da hala cevap bekleyebilir. Yaşlılık döneminde hala cevapsız olan sorulara verilecek en iyi cevap, “Böyle gelmiş böyle gider, çevreye uyum göster yeter!” olabilir. Her üç kategorideki insanlar da aynı cevapta buluşabilir.
            Tanım itibariyle yarım imanlı kişiler, kiminle görüşürse onunla aynı fikirde olabilir. Cennet ehli ise her yaptığını cennete gitme hevesiyle yapar veya cennete gidemem kaygısıyla yapmaz. Bir başkasına, bilmeden yaptığı bir iyilik sayesinde, cennetlik olana da sehven cennetlik denebilir. İnsanların inançları açısından da farklı olabileceği Bakara suresinin ilk ayetlerinde açıklanır. İnsanların ‘muhtelif’ yaratıldıkları ise yedi ayette ayrıca belirlenir. “İstenseydi insanların hepsi, fıtratlarında oldukları gibi, tevhit ederdi ve bir ümmet olarak yaratılırlardı. Amma velâkin muhtelif olarak, çeşitli olmak üzere yaratıldılar. Bazıları adil ve tevhit eden, bazıları ise müşrik ve zalim olmak üzere, halk edildi.”  (42 Fussilet, 8) Farklılıklar, genellikle, aynı fıtratın, koşullara uygun olarak, çeşitli tecellileri olarak görülür. Hitap elçileredir ama Kitaplar tüm bireyleredir. Mesaj “Oku, düşün, tefekkür et ve ibret al” şeklinde herkese aynı olsa da dünyevî gayretlerden uhrevî çalışmalara pek zaman kalmaz. Eğitim ve öğretim alanları da uzmanlıklar şeklinde olduğu için mesajlara ilişkin düşünceler genellikle derinleştirilemez.
            Tevhit babası Hz. İbrahim semavi dinlerin yani İslamiyet’in ilk peygamberidir. Sıradan insanlar, peygamberlere eşit düzeyde yakın veya yabancı kalmıştır. Mesajların tümü bir bütündür ve birbirlerini tamamlayarak ‘güzel ahlaka’ götürür. Ne Museviliğin Kabalası, ne Hıristiyanlığın Azizler kültürü, ne de İslamiyet’in Tasavvufu, sıradan insanlar için yeterince aydınlatıcı olabilmiştir. Bu uzmanlaşma konularında, toplumsal olarak daima uzak kalınır. Anadolu’nun ‘Erenler Kültürü’ halk ozanlarınca halka sevdirilir ama her sıradan insanı ‘Ermiş’ olarak görmek mümkün değildir. Aynı sabır ve gayret herkese uygun gelemez. ‘Kitap öylemi demiş, böyle mi demiş, ne demek istemiş, nasıl olur da böyle bir şey der?’ gibi çok çeşitli konularda anlayış ve yorum farklılıkları ortaya çıkar. En sonunda, ‘Allah ile kul arasına girilmez, herkesin düşüncesi kendine’ denilmesi uygun görülür. Temel fikre en uygun davranış ‘herkesin dini kendine’ deyip, dini, tartışmaya açmamaktır.
            Tevhit bakışının odağı olan Tasavvuf ehli arasında, en küçük bir görüş ayrılığı bulunmuş, bilinmiş ve görülmüş değildir. Hızır, Yusuf, Mevlana ve Yunus arasında hiçbir fark yoktur. Düşünen akıllar için tevhit, dinsel ve bilimsel alanı da birleştiren bir ‘ilim’dir. Tevhit ilminin amacı kendini bilerek kemale erdirmek ve kâmil insan yetiştirmektir. Ermişler keramet ehli diye düşünülür oysa keramet kişide değil ilimdedir. Büyük Patlama ile ortaya konan ilim, uygulanırsa görülür, hareket ederse bilinir. Her zerre bilimsel özellikleriyle tanınır. Zerreler kadar ayrıntılı ‘bilgi’ ama evren kadar ‘bütün’ olabilen ilim; yok iken bir an içinde var olmuş veya var oldurulmuştur. Keramet işte bu ilimdedir, her ‘şey’ bu ilimden, bu ilmin içinde ve bu ilimle var olur. Bilimsel bilgi ve buluşlardan bilinir ki ‘ilim’ kavramı bir ‘düzenlilik, yasalılık’ içerir. Fizik ve kimya kanunları gibi bilimsel adlar da ‘doğa kanunları’ gibi genel adlandırmalar da aynı yaslara verilen adlardır. Yasa kavramı, aklı, bir irade, hüküm veya hükmetme düşüncesine götürür. Çünkü en küçük zerrelerin bile diğerinden farklı bir ismi, cismi ve resmi; fiziksel bir özelliği, hareketi ve marifeti vardır. Zaman, ilmin ortaya çıkışından itibaren başlatılırsa ilimden, salt ‘fizik’ olarak söz edilir. İradenin bir sahibi vardır denirse, ilimden ‘metafizik’ olarak da söz edilebilir. Yasalılık, ‘düzenlilik’, bir İlahi İrade Kanunudur veya Fizik kanunudur demek zevkinize, keyfinize ve cesaretinize bağlıdır.
            Akıl, ‘sebep, olay ve sonuç’ sürecine yatkındır. Her olayın bir sebebi ve bir sonucu olması mantıklıdır. Bugün akıl, doğadan elde ettiği bilgilerle, belirlenebilen en küçük zerrenin, örneğin ‘hiçliğin özeti’ olarak bilinen ‘fotonun’, kendine özgü maddesel özelliklerini iyi bilir. Kendine özgü olanların diğerlerinden farklı olan özelliklerini iyi bilir. Diğer zerrelerle sürekli iletişim, etkileşim, değişim ve gelişim içinde olduğu belirlenmiştir. Canlıların nefsanî, kalbî ve ruhanî yasaları dâhil, kısaca, akıl, her zerrenin diğer her zerreye bağlı ve bağlantı içinde olduğunu ‘Bağlantısal Bütünsellik Modelini’ ortaya koyarak iyi bilir. Tüm ‘Evren’ tam ve mükemmel, ‘Bir ve Tek Bütün’ olarak, bir ‘İradedir’.
            Umarım, ilahi nitelikli bu iradenin kanunlarını bulabilir ve idrak edebiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder