İlahi İrade Kanunu
Günlük yaşamda, normal olarak, normal bir insandan
beklenenler, genellikle, bilinebilir. Yaşam ortamında hüküm süren sorunlar ve
koşullar ile kişisel ve toplumsal davranışlar bilindiği sürece, bireysel aklın
kullanım sınırları tahmin edilebilir. Uç noktalar olarak ‘Ateist’ ve ‘Allah
ehli’ olanlar dışındaki insanların ‘genel halleri’ ele alınırsa, insanlar,
‘Yarı İmanlı’, ‘Cennet Ehli’ ve ‘Sehven Cennetlik’ olmak üzere üç kategoride
özetlenebilir.
Her insanın çocukluk dönemi, fıtratları gereği, ortak
denecek kadar masumiyet içerir. Reşit oluncaya kadar herkes, gerek eğitim ve
öğretim kurumlarından, gerekse aile ve toplum hayatından, alacağını almış olur.
Kendine göre çok sorununu çözmüş olabilir ama birçok sorusu da hala cevap
bekler. İçgüdüsüyle, içinden gelenlerle ve fıtratına kazınanlarla; verilen
aklı, fikri, kalbî duyguları, nefsaniyetiyle, belirli bir ahlak düzeyinde
yaşamını sürdürür. İşinde başarılı ve aile hayatında mutlu olabilir ama bazı toplumsal
soruları kadar bireysel soruları da hala cevap bekleyebilir. Yaşlılık döneminde
hala cevapsız olan sorulara verilecek en iyi cevap, “Böyle gelmiş böyle gider,
çevreye uyum göster yeter!” olabilir. Her üç kategorideki insanlar da aynı
cevapta buluşabilir.
Tanım itibariyle yarım imanlı kişiler, kiminle görüşürse
onunla aynı fikirde olabilir. Cennet ehli ise her yaptığını cennete gitme
hevesiyle yapar veya cennete gidemem kaygısıyla yapmaz. Bir başkasına, bilmeden
yaptığı bir iyilik sayesinde, cennetlik olana da sehven cennetlik denebilir.
İnsanların inançları açısından da farklı olabileceği Bakara suresinin ilk
ayetlerinde açıklanır. İnsanların ‘muhtelif’ yaratıldıkları ise yedi ayette
ayrıca belirlenir. “İstenseydi insanların hepsi, fıtratlarında oldukları gibi,
tevhit ederdi ve bir ümmet olarak yaratılırlardı. Amma velâkin muhtelif olarak,
çeşitli olmak üzere yaratıldılar. Bazıları adil ve tevhit eden, bazıları ise
müşrik ve zalim olmak üzere, halk edildi.”
(42 Fussilet, 8) Farklılıklar, genellikle, aynı fıtratın, koşullara
uygun olarak, çeşitli tecellileri olarak görülür. Hitap elçileredir ama
Kitaplar tüm bireyleredir. Mesaj “Oku, düşün, tefekkür et ve ibret al” şeklinde
herkese aynı olsa da dünyevî gayretlerden uhrevî çalışmalara pek zaman kalmaz.
Eğitim ve öğretim alanları da uzmanlıklar şeklinde olduğu için mesajlara
ilişkin düşünceler genellikle derinleştirilemez.
Tevhit babası Hz. İbrahim semavi dinlerin yani
İslamiyet’in ilk peygamberidir. Sıradan insanlar, peygamberlere eşit düzeyde
yakın veya yabancı kalmıştır. Mesajların tümü bir bütündür ve birbirlerini
tamamlayarak ‘güzel ahlaka’ götürür. Ne Museviliğin Kabalası, ne
Hıristiyanlığın Azizler kültürü, ne de İslamiyet’in Tasavvufu, sıradan insanlar
için yeterince aydınlatıcı olabilmiştir. Bu uzmanlaşma konularında, toplumsal
olarak daima uzak kalınır. Anadolu’nun ‘Erenler Kültürü’ halk ozanlarınca halka
sevdirilir ama her sıradan insanı ‘Ermiş’ olarak görmek mümkün değildir. Aynı
sabır ve gayret herkese uygun gelemez. ‘Kitap öylemi demiş, böyle mi demiş, ne
demek istemiş, nasıl olur da böyle bir şey der?’ gibi çok çeşitli konularda
anlayış ve yorum farklılıkları ortaya çıkar. En sonunda, ‘Allah ile kul arasına
girilmez, herkesin düşüncesi kendine’ denilmesi uygun görülür. Temel fikre en
uygun davranış ‘herkesin dini kendine’ deyip, dini, tartışmaya açmamaktır.
Tevhit bakışının odağı olan Tasavvuf ehli arasında, en
küçük bir görüş ayrılığı bulunmuş, bilinmiş ve görülmüş değildir. Hızır, Yusuf,
Mevlana ve Yunus arasında hiçbir fark yoktur. Düşünen akıllar için tevhit,
dinsel ve bilimsel alanı da birleştiren bir ‘ilim’dir. Tevhit ilminin amacı
kendini bilerek kemale erdirmek ve kâmil insan yetiştirmektir. Ermişler keramet
ehli diye düşünülür oysa keramet kişide değil ilimdedir. Büyük Patlama ile
ortaya konan ilim, uygulanırsa görülür, hareket ederse bilinir. Her zerre bilimsel
özellikleriyle tanınır. Zerreler kadar ayrıntılı ‘bilgi’ ama evren kadar
‘bütün’ olabilen ilim; yok iken bir an içinde var olmuş veya var oldurulmuştur.
Keramet işte bu ilimdedir, her ‘şey’ bu ilimden, bu ilmin içinde ve bu ilimle
var olur. Bilimsel bilgi ve buluşlardan bilinir ki ‘ilim’ kavramı bir ‘düzenlilik,
yasalılık’ içerir. Fizik ve kimya kanunları gibi bilimsel adlar da ‘doğa
kanunları’ gibi genel adlandırmalar da aynı yaslara verilen adlardır. Yasa
kavramı, aklı, bir irade, hüküm veya hükmetme düşüncesine götürür. Çünkü en
küçük zerrelerin bile diğerinden farklı bir ismi, cismi ve resmi; fiziksel bir
özelliği, hareketi ve marifeti vardır. Zaman, ilmin ortaya çıkışından itibaren
başlatılırsa ilimden, salt ‘fizik’ olarak söz edilir. İradenin bir sahibi
vardır denirse, ilimden ‘metafizik’ olarak da söz edilebilir. Yasalılık,
‘düzenlilik’, bir İlahi İrade Kanunudur veya Fizik kanunudur demek zevkinize,
keyfinize ve cesaretinize bağlıdır.
Akıl, ‘sebep, olay ve sonuç’ sürecine yatkındır. Her
olayın bir sebebi ve bir sonucu olması mantıklıdır. Bugün akıl, doğadan elde
ettiği bilgilerle, belirlenebilen en küçük zerrenin, örneğin ‘hiçliğin özeti’
olarak bilinen ‘fotonun’, kendine özgü maddesel özelliklerini iyi bilir.
Kendine özgü olanların diğerlerinden farklı olan özelliklerini iyi bilir. Diğer
zerrelerle sürekli iletişim, etkileşim, değişim ve gelişim içinde olduğu
belirlenmiştir. Canlıların nefsanî, kalbî ve ruhanî yasaları dâhil, kısaca,
akıl, her zerrenin diğer her zerreye bağlı ve bağlantı içinde olduğunu ‘Bağlantısal
Bütünsellik Modelini’ ortaya koyarak iyi bilir. Tüm ‘Evren’ tam ve mükemmel,
‘Bir ve Tek Bütün’ olarak, bir ‘İradedir’.
Umarım, ilahi nitelikli bu iradenin kanunlarını bulabilir
ve idrak edebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder