Âlim ile Arif
İkinci baskısı yapılan bir kitabın bir makalesini okuyorsunuz, kitap için önce bir sol sonra da altta çıkan dropbox'a tıklayınız lütfen: Tıklayınız
İlk bakışta akıllı birisine âlim veya arifi tanımlamaya gerek
duyulmaz. Ben de ne âlim ne de arifimdir, sadece aklım var, düşünüyorum. Ancak
ayrıntılı bir düşünme ve değerlendirme sonucunda oldukça farklı sonuçlara
ulaşılabilir. Çok şey bilen birisi alimdir, bilgin bir kişiye de âlim denir.
Halk arasında arifin yeri ise bir başkadır. Arife tarif gerekmez denir.
Âlim ile arifin ortak bir kelime etrafında ayrışması
izlenebilir. Birisinin fizik bilgisi, diğerinin fizik ve ötesi, metafizik dâhil
bilgi felsefesi üstündür. İnanç ilmin tümünü kapsarken bilim, pozitif deyip
ilmi kısmen ele alır. Tarihsel gelişim sürecinde akıllı insanlar çevrelerini
gözlemiş. Temel ihtiyaçlarını garanti altına alanlar çevreleriyle ilgilenmiş.
Yeryüzü ve gökyüzü ile ilgili tez ve antitezler birbirini izlemiş. İçgüdü ve
dış güdülerin tümü ortaya konmuş.
Bilim insanı doğayı ve maddeyi analiz etmiş sonuçlara
ulaşmış. Arifler de zaman içinde gelişen bir şekilde bilinenler ile felsefe
yapmış, bilimsel felsefe ve bilimin felsefesini yapmış. Önem ve öncelik zaman
içinde değişse de bir noktada felsefe yapanlar inanç ile ilgili düşünceleri belirli
bir sonuca bağlamışlar. Kısaca, “Allah vardır, birdir, tektir ve var olandır!”
denmiş. İnanç bir ve tek sonuca bağlanmış ama bilim sonuçlarını aramayı
sürdürmektedir.
Bilim tez ve antitez sarkacı ile yol kat etmeye devam
etmekte. Daha önce doğru bilinenlerin yanlış olduğunu ispat ederek yerine
doğrularını koymakta. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler böylece hızlanarak
sürmekte. Aslında bilimsel gelişim sistemi ile inanç sistemi arasında bir fark
olmasa gerek. Farklı görünseler de aynı öz ve esas üzerine kurulu olmaları,
kısaca, aynı gerçeğe farklı bakışın yansımaları oldukları akla ve mantığa daha
yatkındır. Varlık ve var olan farklı olamaz. Bilim yalnız varlık ile ilgilenir
inanç ise varlık ve varlık ötesi ile birlikte, varlık ve yokluğu da kapsayan
Allah ile ilgilenir. Varlık, var olanın ihtişamını ortaya koymaktadır.
Bana söylenen hala kulağımda çınlamakta: “Allah’a erişim mana
âleminde ispat edildi, artık madde âleminden erişime gidiliyor.” Halk arasında
basit görülen tekerlemeler vardır. Okumuş denen yarı cahillerce küçük görülür
ama hayat boyunca gözlemlenebilirler. Bu deyişlerden bazıları şöyledir: dünya
etme bulma dünyasıdır, ne ekersen onu biçersin, ilahî adalet er geç yerini
bulur, kimsenin hakkı kimsede kalmaz, hak yerini eninde sonunda bulur, herkes
Allah’ın kuludur, Allah’ta kuldur, kimseyi, hiçbir canlıyı hor görmeye gelmez.
Mana ilmi Hz. İbrahim’in tevhidiyle başlayıp Hz. Muhammet ile
son bulmuş durumda. Bu ilme vakıf olan ve vuslata ermiş bulunanlar, ermiş ve
aziz olmuşlar, veli olmuşlar, miraca çıkmışlar. İnanç sistemine göre hiçbir şey
yok iken Allah vardı, önce Muhammed’in ruhu yaratıldı sonra Âdem onun nuru,
anlayışı, idraki ile yaratıldı. Evren, böylece, yoktan var edildi. Önce var
olan hala var olandır, sonradan yok olan da hiç olmadı zaten, sadece var olduğu
zan edildi.
Mana âleminden, ruh ve nurdan, kaynaklanan madde ve böylece
inşa edilen madde âlemi bilim insanlarına ters geldi, yanlış geldi,
bildiklerine ve gözlemlerine uymadı. Laboratuarda yeniden inşa edemediklerine
inanamadılar, inanamazlar. Kütle çekim ve ışık hızı gibi matematiksel
formüllerle açıklanamayanlara inanmak bilimsel bildiklerine uymadı.
Bilenlerce, bilinenlere bilgi ve toplamına bilim, bilimsel
olarak ispatlanamayanlara inanç denip reddedilir. Sanki inanç akılsızlara,
kutsal mesajlar aklı olmayanadır. İnananlarca da genellikle bir ve tek
hakikatin kendilerince bilindiği, kısasa kısas şeklinde, bilimcilere nazire
iddia edilir. Sahaya inen taraflarca “evrim teorisi” topuyla kıyasıya oynanır.
Oyuncularda oyun ile o kadar meşgul olma, karşı tarafa laf yetiştirme, gol
atmaya o kadar adanmışlık, vardır ki uydukları “oyunun kuralları” nereden gelir
bakılmaz. Saha tüm evren, zaman da sonsuz olunca doyumsuzca, doyasıya at gibi
top koşturulur.
İnsanın kendisi insanca okunsa yeterli olabilir.
Damarlarımızın bir kısmına atar, kalanına da toplar deriz. Sinir sistemimizden
de bir mesaj iletilir cevabı da geri beslenir. Beynimizin de sol ile sağ tarafı
her açıdan farklıdır. Sağ ve sol, kol ve bacaklarımız da işlevleri açısından
farklı görülebilir. Kısaca, hiçbir farklı bakış ve görüş benim birlik, teklik
ve bütünlüğümü bozmaz. Evrene kıyasla ne kadar küçük görülürsem görüleyim ben
hala kendim kadar büyük ve önemliyimdir. Kendim ile ilgili ruh ve beden, madde
ve mana, akıl ve inanç kelimelerini ayrı ayrı ve birlikte, beraberce
kullanırım.
Kendimizi okumayı sürdürelim. Bedenim ve ruhum ile ilgili
bilgileri alim tarafım toplar ve değerlendirir. Allah ile kulu arasında girilebilecek
kadar yer olmasa da kendilerini bu araya sokuşturabilen din adamlarımız daha
çok ruh ve mana tarafımızı irdeler. Arif ise tümü idrak ederek aradan çıkabilen
ermiş kişidir.
Yakın zamana kadar kuantum fiziği, kuantum mekaniği diğer bir
deyişle kuantum âlemi bilinmiyordu. Gözlem altında başka, gözlenmediği
durumlarda başka davranışlara sahip olan kuantumlar, kuarklar ezber bozdu
denebilir. Daha önce de doğa yasaları her türlü özellikleriyle birlikte
biliniyor ancak nedenleri bilinmiyordu. Örneğin, en ağır suyun ısı derecesi biliniyor
ama nedeni bilinmiyor, hatta fizik kurallarına pek uymadığı da söyleniyor.
Kuantum âlemi madde âlemi ile mana âlemi arasında bir ara yüz oluşturmakta
denebilir.
Bir diğer gerçek de inanç âleminde söylenenlerin anlamlarının
bilimsel bulgulara göre değişebilmeleri. Ayetlerin, bilimsel ve teknolojik
gelişmelere ayak uyduracak şekilde yeni anlamlar kazanması her iki âlemin
âlimlerini de şaşırtmaktadır. Bir taraf “bu, ayetlerin evrensel, ezelî ve ebedî
olduğunu gösterir” demesine karşın diğer taraf “bu anlamın bilimsel keşiflerden
önce verilmesi gerektiğini” iddia eder. Ayetlerin inanç sistemindeki makam ve
mertebelere göre anlamlandırılması, “bir doğru vardır” diyen bilim adamlarınca
yadırganır.
Arifler, ezelî ve ebedî gerçekleri, Hak ve hakikati dile
getiren Nebi ve Resullerin varisleridir. Her anda bir şe’nde ve sürekli bir
yenilik içinde bir açılım şeklinde oluşmaya devam eden oluşumu, canlı yayın
biçiminde, anlatmaya çalışan arifler, kendilerinden bir şey eklemezler.
Söyledikleri her şey Allah’ın olan, Allah’tan olan, Allah’ta olan bir şeyi
aktarmaktır. Binlerce arif arasında hiçbir fark yoktur, aynı bilgi ve idrak ile
donatılmışlardır. Hepsi “resulünü yalnız Allah bilir, Allah’ı da gayrisi
bilemez” ayetine inanır. Nice âlim ve din adamımız ariflerin ne deyip ne demek
istediğini anlamaya ve anlatmaya çalışır. İkisinin de arif olma olasılığı
eşittir! Sanki bilen âlim, hoca; bilemeyen arif! Bilen, Bilinendir, Görünen, Görenin
görüntüsüdür!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder