27 Nisan 2012 Cuma

Hz. Musa'nın Serüveni


Suya Salınışı - Hızırla Yolculuğu – Nebiliği - Ateş Görüşü

(sen de sende ara, sen de sende bul, senden sana yolculuğa ayetler, deliller!)

Suya Salınış : (20 TAHA (45), ayet 38-40)

          A.38: Hz. Musa kalbin sembolüdür. Kalbin, babası Ruh, annesi Doğa, canlılık, kardeşi Akıl. Kalp, beden tabutu içinde tabiat deryasında rüşdünü isbat edinceye kadar salınır. Aklı başına gelince, kalp nefs ile aklın, iyi ile kötünün, arasındaki farkı, idrak edince, kurtuluş sahiline varır ve önce Firavun-Doğal-Eğitimsiz nefsine (emmare) tabi olur. Önceleri kişinin Nefsi ne severse onu herkes sever, yani, nefs, sevdiklerini kalbden severek akıllıca yapmayı sever.

          A.40 : Nefs, kendi kontrolu altında, kalbin eğitim ve öğretimi için, kalbin, kız kardeşleri olan “teorik akıl” sayesinde temel felsefe ve hikmet ilmini ve “pratik akıl” sayesinde hayatını kazanma ilmini öğrenmesini, bunlara dayanan fikirler geliştirerek hem uhrevi hem de dünyevi hayatı kazanmak üzere terbiye edilmesini, sağlar.

          Tabiat deryasında salınırken sahile çekilen ve sudan kurtarılan kalp artık, amaçsız, hedefsiz dolaşmaktan kurtulduğunu, emin ellerde olduğunu, kendisine sahip çıkıldığını hisseder. Nefs ise kalp sayesinde çok daha iyi, doğru ve güzel şeylere sahip olabileceğini, bunların menfaatine uygun olduğunu anlar. Bu nedenle, nefs, kalbin, bir taraftan onun Kız kardeşinin yardımıyla uhrevi hayatı için hikmet ilmini öğrenerek temizlenmesi, paklanmasını planlar. Diğer taraftan, Dünya hayatını kazanması için, tabii ilimleri öğrenmesini, yani, nafi ilimler sütünü emzirmesini, cüzi iradeyi idrak etmesini, bedensel aletlerini kullanarak zekice işler yapmasını, eğitim ve öğrenim görmesini sağlatmak üzere ve ona şefkat göstermesi amacıyla, aklın buluşuyla, kalbi, onun öz annesi olan Nefsi Levvame’ye teslim eder.

          Kalp, Firavun nefsin özellikleri olan, öfke, nefret, kin, şiddet ve şehvet gibi insanı perişan edici duygulardan arınır. Nefsinin ve sıfatının bunlardan tamamen kurtulduğundan emin olmak için, kalbin güzel ahlakı çeşitli fitnelerle sınanır.

          İyiyi, doğruyu ve güzeli emreden vicdanının sesini dinleyen, böylece, sınavlarında başarılı olan, kalp, Ruhanî Güçlerden ilim alan Aklın eğitim ve öğretimine girer ve yıllarca ders alır, yolculuk yapar. Böylece, kalp, istidadında, potansiyelinde, yaradılışında var olan olgunlaşma derecesine göre olgunlaşır. Olgun sıfatlara sahip olmasından sonra, kalp, zat tecelliyatı denen, mükemmel olgunluk sahibi olur. Bu nedenle de, beden arzında, beden Medine’sinde yaşayan halk arasından, yani, bedene bağlı ve bağımlı olarak faaliyet gösteren duyguların arasından kalp, ruhu temsil edebilecek, halife olabilecek, biri olarak seçilir. (40)



Hızır ile  Yolculuğu : 18 KEHF, (Ayet 65)

          Kısaca : İnsanın insanlıktan nasibini alması yetmez, “kâmil insanlıktan” da Hakkını almalı! "Kulağı delik" olunmalı, beş-iç (hissetme, hatırlama, hayal etme, korkma, seçim yapma) ve beş-dış (görme, işitme...) duyunun çalıştırdığı beden gemisi hep maddi zevkler peşinde koşan doyumsuz nefsin, ölümünden sonra, elinden kurtarılıp, öncesiyle arasına duvar örülüp, duvarı güçlendirip, kanaatkâr nefsin yönetiminde, iyi ahlakla, ilahi sıfatla nur alemine çıkılmalıdır.
 

Nebiliği : (20 TAHA (45), ayet 25-28)   

          Nefsani arzu ve isteklerin, bedensel lezzet ve zevklerin çekiciliğine kapılmamak, rahatsızlık duymamak ve eziyet çekmemek için sadrımı-göğsümü, yüreğimi, gönlümü genişlet. Bedensel ve nefsani olan herşeye senin kelamın ile hitap edeyim, onlardan işittiğim kelamların ve gördüğüm eylemlerin de senden olduğunu idrak edeyim. Böylece, herşeyi senden görüp bilmekle, seninle senin belalarına sabredeyim. Sabredip, onlarınkini onlardan, kendiminkini kendimden bilip, hepsini de seninkinden ayrı bilip mahcup olmayayım. (25)

 Onların (nefsani güçlerin) dini (ilmi) anlayıp kabul etmeleri için onlara, inatlık edenlere karşı bana yardım et, mesajın kutsallığını teyid ederek dine davet emrini kolaylaştır. (26)

 Daha iyi-doğru-güzele yükselip yükselmeme endişe ve korkusunu yenmek için, yapılan fedakarlıkların ve çekilen çilelerin karşılığının alınacağına ilişkin senet ve delillerle, nefsani arzu ve isteklere gem vurarak yürütülecek ilmi çalışmaların başarıya ulaşacağını göster. Sözünün en iyisini diyebilmek, bildirdiklerini en iyi bir şekilde açıklayabilmek için, diyeceklerimi demeye cesaret etmekten alıkoyan, dilimin dönmesine engel olan akıl ve fikir düğümlerini çöz. (27)

 Kalplerini yumuşat, senden seni severek korksunlar ve yücelik duyguları ile dolu olsunlar, kalplerine koyduklarını, beni ve bu duyguları kutsal alemden teyid et, böylece, benim sözümü anlasınlar. (28)

Ateş Görüşü : 20 TAHA (45), (Ayet 9-14) (..hadîsü Musa), (İz reâ nâra) (Ayet 10) 

Habibim, sana Musa’nın hadisesi, olayı mutlaka gelmiştir. Musa bir ateş gördü. Ateş, kendisinden, insanoğluna nur, anlayış, idrak yansıtan kutsal ruhdur. Musa’nın basiret gözü hidayet nuru ile açılınca kutsal ruhu gördü.

Kalp, bedensel zevkler peşinde koşarken, madde denizinde yüzerken, kurtulup neyin ne olduğunu anlayınca, rüşdünü ispat edince, aklı başına gelince, çevresinden daha emin olmaya başladı. İyiyi ve kötüyü, haklı haksızı, meşru olan ile olmayanı ayırmanın daha güzel olduğunu anlayınca vicdanının sesini dinledi. Vicdanının huzur bulması için kamu vicdanının sesini duyma gereğini anladı.)

            Musa'nın basiret gözü, hidayet nuru ile sürmelenince, «ruhülkudsü» gördü. Hemen ehli olan «Kuvva-i nefsaniyeye» «Hareket etmeyüb, sakin olunuz» dedi. Zira «âlem-i kudsiye seyir, ancak, nefsi sakin olan, iç ve dış beşeri duygularının sükûnu zamanında olur. Ve ancak, o vakit âlem-i kudsiye vasıl olunabilir. Belki o ateşten size bir ilim getirip, onunla hepinizin faidelenmesi ve nurlanarak zatının faziletli olması mümkündür. Musa ateşe varınca hazret-i ilâhiyenin, kendileriyle muhtecib, perdeli olduğu izzet ve celâl per­delerinden ibaret bulunan «hicâb-ı nâriye», âteşin hicablar verasından: (Yâ Musa inniy ene Rabbüke) (Ayet 12) «Ey Musa! celâlim per­delerinden biri olan sûret-i nâriye ile muhtecib ve ateş suretinde mütecelli olduğum halde, tahkik senin Rab'bin benim» diye nida olundu. Musa; «Ben fark ediyorum ki, altı yönün hepsinden ve cemi-i a'zam ile bu nidayı işitiyorum. Böyle bir nida ise; ancak Rahman'ın seslenişi olabilir» dedi. Musa'nın cebel ve vücudunu, Hak'ta fâni ve pare pare kılıb, yakin bir halde yere düşüren «tecelli-yi zâti-yi tam»dan sonra olan «ıstıfa, seçilmişlik ile vaiddir ki», bu tecelli; «tecelli-i zâti­den» evvel olan «tecelli-i sıfâtidir.» Bunun için, bu makamda Musa'yı vahy ile Nebi kılmayıb, Resul kıldı. (Ayet 14) (İnneniy enallah) Musa'nın, «hazret-i esmaiyede» sı­fat ile kalıb da Zattan mahcub olmaması için «Rab» ismini «Allah» ismine tebdil ve te'kid ile tekrar eyledi. Zira «Rab» Musa'ya tecelli eylemiş olan isimdir ki, hidayeti vikayesi talebi zamanında, Musa'yı, ancak Cibril'den ibaret bulunan «ilim ve Hadi» isimlerile terbiye ey­ler. Yâni, tahkik cemi-i sıfatlarla mevsuf ve bir olan ALLAH BEN'im. (La ilahe illâ ene) (Ayet 14) Sıfatın ta'dadı ve mezahirin kesreti ile, benim eneiyet (benlik) ve ehadiyetim (tekliğim) ta'dât ve tekessür (çoğalmamıştır) et­memiştir. Sıfatımı hatırlamak için olan, «huzur-i kalbi» namazının fevkinde Zâtımı hatırlamak için, «şuhûd-i ruhî» namazını ikame eyle. Herkesin hayır ve şerden, çalışmalarının gerektirdiği gibi cezalanması kemâl, noksan, saadet ve şekavetin temeyyüz etmesi için, «kıyamet-i kübray»ı herkese izhar etmem. Ancak, has kullarıma birer birer izhar eylerim. İdrak edenler birer birer kâmil insan olabilir!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder