Tevhit ve Takva
“Hakiki iman edenlerdenseniz,
müminseniz, kalbinizin iradesiyle, O’na ve resulüne, efal takvası ile yani Allah’ın fiilini görüp
kendi fiillerinden kaçınmakla, itaat ediniz. Ve onlar, Rab’lerine tevekkül ederler.” (8
Enfal, 1-4)
“Gazap, şehvet ve nutuk kuvvetlerinin, rezilliğinden sakınmalı,
faziletlerine dikkat edilmelidir, böylece insanlar eline, beline ve diline
hâkim olmalıdır. Nefsine bağlı kalmaktan ve şehvet kuvvetinin zuhuru
fahişesinden kurtulup, kalbî duygularla dolu kalp evine yüceliş hacda
gereklidir. Gazap, Şehvet ve Nutuk (El-Bel-Dil) olmak üzere bu üç kuvvetle
yapılan her iyi ve kötü işler bilinir ona göre sevap veya günahı yazılır. Ey halis akıl sahipleri, niyet ve
amellerinizde sakının. Çünkü madde kabuğundan ve vehim, kuruntu şaibesinden
halis olan aklın hükmü, sakınmak ve korkmaktır.” (2 Bakara, 197)
“Tevhit ve takvayı, ‘Allah’tan başkasının var olmadığını’, insanlara
haber veriniz. Cemden sonraki fark makamında, vahdet ve kesret konusunda
yanılmaksızın; Zatın Birliği düşünüldüğünde, sıfatın kesreti müşahede edilir.
Melekleri, kalplerini ilimle yani Kuranla ihya ettiği has kullarına, emrinden,
ruhundan, nakşeder, gönderir.
Zatın birliğini beyan edip, ilan edip, ilimden ibaret olan ruhun
tenezzülü, âleme inişi, düşüşü açıklandı. Ruhun inişiyle bir irade gösterildi,
böylece, hakiki sıfatlar âleminin ve meleklerin nasıl var olduğu açıklandı.
Sıfat ve efal âlemleri, isim, cisim ve eylem, hareket, âlemlerinin ortaya
çıkışıdır. Bunların tümü ise cemadat, nebatat ve hayvanat âlemlerinin
oluşumudur. Kısaca, ilimden ibaret olan ruh,
irade, sıfat ve efal âlemlerinin
ardışık olarak ortaya çıkışı ile âlemler oluşmuştur.” (16 Nahl, 2)
Böylece, ilimden âleme geçişte
irade beyanı olduğu görülür. Burada aklı
zorlayan ilim ile âlem arasının, bilimsel açıdan, nasıl doldurulacağıdır.
Bilimsel olarak kanıtlanan “Vakum ortamında, saniyenin 10-40ında,
yokluk âleminden varlık ortamına, çıkıp, var olup yok olan zerreler” deneyinin
iyi anlaşılması gerekir. “Dinin aslı ve esası tevhit ve takvadır. Takva libası,
elbisesi, Allah’ın sıfatının nurudur. Zira nefis sıfatlarından sakınmak, ancak
Hak sıfatının tecellisiyle olur.” (7.Araf, 26)
“İnsan, bir şeye tabi olursa, ona itaat eder, kulu olur. Dünya, ömrü kısa
olan bir gölgedir, ona tapan gölgenin gölgesi gibidir, tabi olursan
yetişemezsin, terk edersen o sana tabi olur. Gölgenin gölgesinin de gölgesi
yoktur, o kişinin zatı yoktur, bu nedenle mülk ve kudreti de yoktur. Allah'ın
gayrine muhabbet ve iltifat etmezse, rızkını ziyade edip, onun sıfatını mahıv
ile «sıfatımızı ona veririz.» Ve lezzetimizden ilim talim eder ve
kudretimizle onu kadir kılarız. Hadisi kutside, “Kulum bana takva ile yakınlaşırsa
ben o kulu severim, sevdiğim vakit;
işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu
eli, ben olurum” buyurmuştur. Rızık
verdiğimiz kimse; ilim ve hikmet gibi «batın nimetlerden» gizlice; yiyecek ve
içecekler gibi «zahir nimetlerden» de apaçık infak eder, tüketir. Müşrik,
doğuştan dilsiz gibidir. Dilsiz insanın
konuşma yeteneğinin doğuştan olmaması gibi şirk koşan da istidadında akıl ve
idrakten yoksundur. İnsan ilahi vücudun aracı, hazretinin, var oluşunun,
vekilidir. Akla hizmet edene dünya da
hizmet eder, dünyaya hizmet edene dünya da engel çıkarır. Akıl nefse hâkim olmalı, nefis akla değil.
Akıl da kalbin sesini dinlemelidir.” (16
Nahl, 75, 76)
“Ve sır makamında olan nazarî akıl Davut'unu ve sadır makamında olan
amelî akıl Süleyman’ını hatırla! Davut ve Süleyman’a biz hikmet ve ilim verdik.
«Hikmet-i nazariye ve ameliye» ve «keşif ve muamele» her ikisi, kemali talepte birbirine uyum
gösterir. Takvadan zırh yapmak için Davut’a zırh yapma sanatını öğrettik. Takva
ne kadar güzel, kuvvetli ve metin bir zırhtır.” (21 Enbiya, 78-83)
“Takvanın tüm mertebelerini
geçenler takvada kâmil olurlar. Önce efallerinden sonra sıfatlarından ve
zatlarından sakınırlar. Kamil takva sahipleri, Allah’a ve kullarına dostturlar,
muhabbetleri bakidir. Takvanızın mertebelerini Allah bilicidir.” (49 Hucurat,
13) “İman, Bâtıni ve kalbîdir, İslam ise zahiri ve bedenîdir. Hakiki iman, şek
ve şüpheden arınmış kalpte sabitleşen ve kararlaşan yakınlaşmadır.” (49.15) “Takvanın
evvel mertebesi, haramlardan sakınmak, ahir
mertebesi, benlik ve ikilikten sakınmak olduğu gibi tövbenin de evveli günahlardan
rücû, ahiri de vücut günahından rücûdur.”
(66 Tahrim, 7,8)
“Marifet mahalli ve Rahman'ın arşı olan kalbin vücudu, ancak ruh nurunun
ve nefis zulmetinin uyumlu karışımı ile olur.
Kalp, ruh ve nefsin toplam
karışımından doğmuş bir mevcuttur. Nefsin
bedenselliği olmasa kalpte manalar anlaşılıp zapt olunmaz. Nitekim ruh
makamında yalnız safa ve nurluluktan,
manalar, zapt ve beyan olunamaz. Ruh, kalp, nefis bir hakikattir. Beden,
hayvani ruh ve hayvanî kuvvetlerin cümlesine nefis denilir. Bu nedenle nefsin
takvası insanlara farz olmuştur.” (91 Şems, 4-8)
Cemadat, nebatat ve hayvanat takvanın kâmil ve mükemmel durumunu yaşar.
Yalnız insana, Gazap, Şehvet ve Nutuk kuvvetlerinin tümü verilmiş ve seçim yapma
hakkı tanınmıştır. Bu hak, ya inanan olarak Hak için veya inanmayan olarak Halk
için kullanılır. Halk aynen Hak’tır. Takva, yalnız insana farz kılınmıştır.
İnsan, ya Allah’ın kulu ya da toplumun bir ferdi olarak ahlak sahibi olur, iki
halde de şirk ve bencilliğinden vazgeçer!
Umarım, biz de takvayı idrak eder, şirk koşmadan Allah’a teslim
olabiliriz.
12052021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder