8 Nisan 2018 Pazar

Resulsüz Olmaz


            Resulsüz Olmaz

            “Düşünme, düşünerek fikir üretme, gücü ve kuvvetini, kutsallığı nedeniyle, terbiye etmeye gerek duyulmaz. Cisim ve cesetten arınmış hali nedeniyle de fena etmeye, fani olmasına gerek yoktur. Düşünebilme, fikir üretme yetisi, kısa zaman içinde, bir anda, zahir olabilir ve bir anda bir fikir ortaya çıkabilir ve delillerle yön değiştirerek, tüm kıyaslamaları birleştirip, senteze ulaşabilir. Kalp, vücudun birliği ve bütünselliğini idrak eder ama akıl, kıyas yolu ile cüzî, kısmî, parçalara ait bilgilerden sistemin bütününe, fikirsiz geçemez. İnsan, beden şehrindeki her ayrıntıyı tam olarak idrak edemez. Bilinen ayrıntılar, bütünü oluşturacak şekilde birleştirilemez. İlim ve cisim âlemleri ayrı iki âlemdir. Ayrıntılı incelemelerle bilinmeye çalışılan parçalardan, bütüne ve onu oluşturan fikrin kendisine ulaşmak mümkün değildir. Fikir sayesinde iki âlem idrak edilebilir.” (27.22) Kuş gibi uçak bile, hala, kuş değildir.

            Her şey, ilmin bir uygulamasıdır. Şey ile hakikati farklıdır, akıl bunu fark edebilir. Şeyin, ilminden farklı ismi, cismi ve resmi olamaz; şey, ilminin deposudur. Uygulama sonucu olan ‘şey’ uygulanan ilmi bilemez, o ilme ulaşamaz, o ilim ile doğrudan iletişim ve etkileşim içinde olamaz. Parça, bütünlüğü bilemez, doğrudan, eşit gibi iletişim ve etkileşimde olamaz. Bütün fikri, ilmin ayrıca uygulanabilir bir bölümüdür. İnsan, kendisine hizmet eden yeteneklerinin, alt sistemlerinin toplamıdır. Göz sadece görmeyi, kulak sadece duymayı bilir. Sindirim sistemi, kendi içinde bir bütündür, alt sistemler uyumlu çalışır ama biri diğerini bilemez. Her alt sistem bir üst sistemin bir parçası, bir alt sistemidir. Her alt sistem bir üst sisteme bağlı ve bağımlıdır, bağımsız ve ayrıca çalışamaz. Her açık sistem çevresinden girdiler alır, girdileri kendi bünyesinde işleme tabi tutar ve üretimin sonuçlarını ürün, çıktı olarak çevresine yani bir üst sistemine verir.  “İnsan bir parça mıdır, bütün müdür?” cevap ilham gerektirebilir.

            İnsan, bir açık sistemdir, işlem ve oynama alanı çok geniştir. Çok şeyden etkilenir ve çok şeyi etkiler. Bulunduğu yere hâkim olmak ister. Doğaya hükmetmek, onu değiştirmek ve arzu ve isteklerine uygun hale getirip, kendisine hizmet ettirmek ister. İnsanın hakikati de kendisinden farklıdır. İnsan da ilminin aynı ve deposudur, ilminden ayrı ve gayrı ismi, resmi ve cismi olamaz. İnsan, bir fikrin uygulamasıdır ve fikir kutsaldır. İnsan açık bir alt sistemdir.

            “Dedikleri ve düşündükleri bilinen, zahiren de İslam hali üzere olan müminler terk edilmez. Belki bağlılığı ve bağımlılığı artırmak veya imtihan etmek amacıyla, bir süre için serbest bırakılır. Böylece kötü nefis sıfatlarına, şeytan ve kuruntuya dayanan heveslere sahip olanlar ortaya çıkar. Kalp sıfatlarıyla oluşan güzel ahlak sahipleri, ruhun müşahedesi, sırra ulaşma isteği ve girişimleriyle nefis sıfatlarından uzaklaşır. Bu nedenle bu iki grup arasına fitne girer, anlaşmazlık çıkar, kötü olaylar olur. Sonuçta nefis ve şeytan tarafını seçenler ile kalp ve ruh tarafını tercih edenler arasında ayırım keskinleşir, fark yaratılır, bilgi ve muhabbetin Allah için olduğu idrak edilir. Müşahedeleri, bilgileri ve muhabbetleriyle müminler doğru yoldadırlar.” (3.179)

            “Ancak gaip vücudunuzla sizin aranızda uzaklık vardır. Fıtratınızda, ilişki kurup, gaip vücudunuzla iletişim ve etkileşime girme istidadınız, yeteneğiniz yoktur. Resul vasıtası olmaksızın, siz, sizde gizli bulunan ahval ve hakikatlere ulaşamaz, gaip vücudunuzla haberleşme kuramazsınız. Kendi hakikatinize, kendi kendinize ulaşamazsınız. Allah, sizi hidayete, doğruluğa, eriştirme yeteneğine ve nefsaniyeti açısından aynı cinse sahip resulleri seçer. Sizin gaip olan vücudunuzun esrar ve hazinelerine sizi hidayet etmesi için o resulü keşif eyler, esrarlı hakikatlerine muttali, haberli, kı­lar.” (3.180)

            “Buna binaen sizin, re­sullerden telâkki ve kabul etmenizin mümkün olması için, kalben kabul ile Allah ve Resullerine iman ve irade ve şeriata sıkıca tutununuz. Tutunursanız, size ‘hakikati keşfetme’ büyük sevabı vardır. Allah'ta fâni olmakla infak ediniz, rahmetine kavuşursunuz, nurlu cemalini örten perdeleriniz kalkar. Peygamberlerin tevhit ilmiyle, gökten, ruh semasından gelen aşk ateşiyle, nefislerini kurban edip, ifna etmeleri rablerinin işitici olmasındandır.” (3.181)

            Nefsanî faaliyetler ile kalbî faaliyetler iki ayrı âlemdir. Nefsanî âlemde yarışma, kalbi âlemde paylaşma hâkimdir. Üreticiler arasında da bir rekabet, tüketiciler arasında da bir rekabet vardır. Rakipler arasındaki yarışma mücadeleye dönüşebilir. Bunlar arasındaki paylaşımlar, paylaşılanların az veya çokluğuna göre kapışmaya dönüşebilir. Paylaştıkça azalan şeyleri paylaşım, adaletten uzaklaşabilir. Gazap ve şehvet kuvvetlerinin hâkimiyeti altındaki nefsanî güç ve kuvvetler, tüm paylaşım fiillerini kavgaya dönüştürebilir. Böylece kötü nefis sıfatlarına, şeytan ve kuruntuya dayanan heveslere sahip olanlar ortaya çıkar. Kalp sıfatlarıyla oluşan güzel ahlak sahipleri ise ruhun müşahedesi, sırra ulaşma isteği ve girişimleriyle nefis sıfatlarından uzaklaşır. Nefsanî fiiller beden, madde ve maddi şeylerle ilgilidir. ‘İnsanın fikir babasına ihtiyacı yoktur’ deyip resulü inkâr eden, toplumsal öğretileri de reddedebilir. Kalbî fiiller ise ruh, ilim, güzel ahlakla ilişkili duygusal düşünce ve fikirlerle ilgilidir. Önemli olan düşünen akıl sahiplerinin nefis ile kalp ayırımını yapıp kalbi tercih etmesidir.

            Bir ayette, ‘İlim, Hakk’ın gölgesidir’ deyimi geçer. (25.45) İnsan, kutsal bir fikirdir. “Her şeyin hakikati Hakk’ın ilminin aynısıdır, vücudu ilmi ile oluşur, ilmi zatının aynıdır ve zatı aynı vücududur. (41.53,54) Yukarıdaki ayet ‘Ancak gaip vücudunuzla sizin aranızda uzaklık vardır’ diyerek, parçanın bütünü anlayamayacağına işaret etmektedir. Üstelik “Fıtratınızda, ilişki kurup, gaip vücudunuzla iletişim ve etkileşime girme istidadınız yoktur. Resul vasıtası olmaksızın, siz, sizde gizli bulunan ahval ve hakikatlere ulaşamaz, gaip vücudunuzla haberleşme kuramazsınız. Kendi hakikatinize, kendi kendinize ulaşamazsınız.” Gerçekleriyle, insanın, elçiyi görevlendirene ulaşmak için elçiye muhtaç olduğu üzerinde durulmaktadır.

            Su, ilmin rumuzudur. Yağmur, bir rahmettir. Yağmur taneleri halinde gökten inen suya benzer şekilde, bilgiler de kutsal olan ilimden kutsal fikirlerle iner, anlaşıldıkça, bilgiler çoğaldıkça bilim halini alır, uygulamaların ardında ilim olduğu, ilmin vücudunun olduğu idrak edilir. Yağmur damlaları buluta kadar izlenir ancak bulutların oluşumu hakkında sadece fikir vardır. Güneş altında buharlaşıp bulut oluşturan suyun, orman veya okyanus gibi, hangi mevcuttan kaynaklandığı bilinemez ama bir vücuttan çıktığı kesindir. Suyun yeryüzüne gökyüzünden indiği de düşünüldüğünde, suyun evrende bilinemeyen bir vücuttan kaynaklandığı da gerçektir. Bilinemeyene ‘gaip’ denebilir. İnsanın madde ve manasının kaynağı da bilinemez, ‘Görünmeyen, Gizli olan, Âleme’, gaip vücut denebilir. Gayba inanmak, bilinemediği için, bir anlamda zorunludur. Damlanın serüveni bulutta başlar, deryada biter. İnsanın yaşamı da aslına dönünceye kadardır. Kalbî iman ile Allah’a dönüş kaçınılmazdır, bilinse de bilinmese de. Resulüne inanarak aslına dönenin yeniden dirilişi de bir gerçektir. Resul, hakikati arayanlara şefaat edecek, hakikat güneşi altında rahmete kavuşturacaktır.

            Umarım, elçinin muhabbet elini tutar, hakikat güneşine maruz kalıp rahmete ulaşırız!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder