25 Ocak 2018 Perşembe

Görmeden İnanma


            Görmeden İnanma

            Kalbin Sad denilen bedensel yönünün ardında Kaf denilen manevî, ilim vardır. Her ikisi mevcudatın tümünü kapsar, birisi manevî diğeri maddî yönünü kapsayıp oluşturur. Henüz gündüz olmayan sabah veya henüz gece olmayan akşam vaktinde ayrıntılarıyla görülemeyen madde bir bütün halinde algılanır. Bu madde dağına Sad ve üzerine oturduğu ilim dağına Kaf denebilir. Her şey enerjiden oluşmuş ise Sad tüm mevcudatı maddi yönden kapsayan dağdır. İlmin tümünü idrak eden kalp Rahmanın arşıdır ve bu kalp de Sad dağını kapsar, içine alır. Sad dağı Kaf dağının üzeridedir ve Kaf dağının ardında Anka vardır. Bu durum ise yerlere ve göklere sığmayan Rahmanın mümin kulunun kalbine sığdığını gösterir. Kalbi bilmeyen Rabbi bilemez. (50.1; 38.1)

            İstidat, fıtrat arzında, ilmen yakin olmak amacıyla, ilim yolunda, ilim hedefine sefer ederseniz namazı kısaltmanızda, noksan kılmanızda size bir günah yoktur. Yakinden nasibi kendisine verilmiş olan namaz ve orucuna itinalı davranmayabilir. Yakin tahsili seferinde bedenî amellerin eksik olması günah olmaz.” Hadisi şerif: “Bir fıkıh, derin ve ince anlayış, sahibi, şeytan üzerine bin ibadet ediciden elbette daha şiddetlidir.” (4.101)

              İnsan, Allah’a, şah damarından da, sağında sevaplarını ve solunda günahlarını yazmak üzere yer alan, meleklerden de, daha yakındır. Sağında oturan melek nefsin Hakka bakan yüzü yani akıl etme gücü, solunda oturan melek ise nefsin bedene bakan yüzü yani hayal etme gücüdür. İnsanın fıtratı, nurlar âleminden olduğu için hayırlıdır. Beden sonradan olmadır, arızîdir, bu nedenle, fıtrata uygun olmadığı için, ‘bedenselliğe düşkünlük’ gibi bir şey normalinde beklenmez. Akıl iyi bir fikir geliştirirse karşılığını hemen on kat alır, sağdaki melek bunu hemen kaydeder. İyi bir fikrin birisine söylenmesi bile zincirleme yarar sağlayabilir. Nefis, bedensel zevklere uyarsa, pişman olup dönebileceği için, soldaki melek bunu yazması için yedi vakit bekler. (50.16,17)

            “Siz, O’na ve elçisine itaat edin. Sözünü duyup yüz çevirmeyin. Duymak, anlamayı, anlamak uygulamayı gerektirir. Sadıksanız azim gösterin. Hayvandan da beter, duymadıkları halde dava edenlerden, sağır ve dilsizlerden, olmayın. Yerdegezenlerin en kötüsü sağır ve dilsiz olanlardır. Yaradılışlarında olan duyup, anlama ve uygulama yeteneklerini köreltmemiş olsalardı bunları yaparlardı. Körelme nedeniyle, çabuk yüz çevirenlerde anlayış ve irade olmaz, hikmet, bunların göğsünde debelenir, tereddüt ederler. Kalpleri, hakikati huzur ve sükûn içinde karşılayamaz, hakikati işitip, anlayıp, kabul edip, uygulayamazlar. Henüz görmeden, gayba iman edenler, Hak görünmeden, hakikat bilgisinin doğruluğuna inananlar, O’na ve elçisine uyup, duyduklarınızı uygulayınız.” (8.20)

            “Ey görmeden iman edenler, kalbinizi ihya eden, dirilten, hakiki ilme, davet edildiğiniz zaman, arınarak ve teslim olarak, O’na ve elçisine, doğru yola girerek, daveti kabul edip, uyunuz. Davet edildiğiniz vakit, beka billâh ile ihya etmek, diriltmek için sizi istikamete davet eylediği vakit tümde fani, yok olmakla; istidadın, fıtratın zevalinden, yok oluşundan evvel, yaradılışınızı köreltmeden, kaybetmeden önce, icabet ediniz. Fıtratınız körelir, kaybolursa, hüzün oluşur, kalp ile kişilik arasında perde oluşur. Davete icabeti tehir etmeyin, ertelemeyin. O’na haşrolunursunuz, size sıfat ve zatıyla karşılık verir.” (8.22-24)

             “Aklı gideren ve duyguları şaşırtıp meşgul eden ölümün şiddeti, seker hali; ahret ahvalini, sevap ve günah gibi ölüm halinde olan kimsenin gafil olduğu işin hakikatini, gösterir. Ölüm halinde batınî halleri kişiye gösterilir ve “Bu senin dış âleme eğilim gösterdiğin için gafil olduğun iç halindir” denir. Yeniden diriliş için sura üflenir, böylece, her şahıs ahrette kendisine münasip olan surette dirilir. Bu üfleyiş, takdim ve tehir edilen amellerin gösterilmesi, vaat edilenin yerine getirilmesi vaktidir. Her nefis, ilminden bir saik, dürtü, istek ve amelinden bir şahitle beraber gelir. Kısaca ilmi, onu malumuna götürendir. Her olay insanın bir azasıyla meydana çıkar, elle yapılır veya gözle görülür, azalar amellere şahitlik eder, ameller ilmine şahitlik eder, ilim maluma götürür. Duygularının içinde yaşayıp, dış ortamda yaptıklarınla çok meşgulken, maddî ve cismanî perdeni mevt nedeniyle kaldırınca, işleyen ilmi idrak edince, daha önce tasdik etmediğin şeye, ahrete şahitlik ediyorsun, görüyorsun.” (50.19-22)

            “Delilleriyle, kanıtlarıyla, haşyet ve azamet tecellisiyle ortaya çıkan nefsanî sıfatlardan sakınanlara, takva ehline, sıfat cenneti yakınlaştırılır. Sıfat cenneti, yakın mekânda, zuhurda, ortaya çıkışta, değil ama rütbede zat cennetinden daha yakındır, buna karşın zat cenneti daha yakın görünür. Bunun nedeni, nur âleminde ulvî mertebede daha uzak olanın, nurunun şiddetinden, daha yakın görünmesidir. Aynı, güneşin gezegenlerden daha yakın görünmesi gibi.” (50.31) İnanmadan, inanılan görünmez!

            Kitap ehli, senden, onlara ruh semasından mükaşefe, keşif yoluyla anlayış, bilişle bir ilmel yakin indirmeni isterler. Musa’dan da ‘Allah’ı aşikâr göstermesini’ istemişlerdi. Müşahede, mükaşefeden daha iyi ve büyüktür. Zatlarının bekasıyla birlikte müşahede istemeleri sebebiyle kendilerini saika, yıldırım aldı. Müşahede zamanında bakiyenin vücudu bir şey’i mevsufunun, sıfatlananın gayrine koymaktır. Bakiye ile birlikte müşahede istemek, sıfat kemalini kendisine ait görmesinden kaynaklanan nefsin azgınlığıdır.” (4.153)

            “Onlar, Mesih'i yakînen katletmediler, belki Allah Teâlâ Mesih'i kendisine ref eyledi, yüceltti. Ehl-i kitaptan her kimse, yukarıdaki, ancak mevtin­den evvel, İsa'ya herhalde imân edecektir. İsa'nın ref’i, ruhunun âlem-i süfliden ayrılıp âlem-i ulviye ulaşmasıdır. Ve ehl-i kitap, yani evveli ve ahiri arif olan ilim ehlinin tümü, Allah'ta fena ile İsa'nın mevtinden evvel ona iman eder ve ona iman ettikleri za­man, kıyamet günü, yani cisimsel perdelerden kurtulup halen bulun­dukları uyku ve gaflet hallerinden kurtuldukları gün, olmuş olur. Kıyamet gününde İsa onlara şahit olur. İşaret eylediği veçhiyle Hak Teâlâ onlara İsa suretinde tecelli eyler.” (4.157-159)

             İnsanın fıtratına işitme, anlama, idrak etme ve davete icabet etme kazınmıştır. Benlik ve bencillik yapması fıtratları gereğidir. Bu durumda muhatap alınır ve doğru yola davet edilir. Kesretin vahdet olduğunu anlayarak, bütün içinde, tümde fani olarak, fıtratın gereğince, yola girin. Fıtratı yok saymak doğru değildir. Yaradılışınız gereğince davete uyun, sülûkta ilerleyin, var olan davet edilir, davet edilen yokluk iddia etmez, varlık ile kabul edin ve tehir etmeyin, karşılığınızı alırsınız. Tümde fani olmak, yokluğun idraki değil, varlığın idrakidir, müşahede ve şühud edin, gözlemleyin ve şahit olun. “Güneş ışığını gören, güneşi görür, Allah’ın nuru görünüyorsa görünen Allah’tır!” (39.22)

 

Kutsal Mesajlar

 

            İnsanın istidadı, fıtratı, ne derece kuvvetli olursa, başlangıçta nefsanî sıfatı da o derece kuvvetli olur. (50.36)

                                            Kutsal Mesajlar

-------------------------------------------------------------------------------------------------

Hz. Musa                                Hz. İsa                                    Hz. Muhammet

Efal                                         sıfat                                        zat makamları

Nefis                                       Kalp                                        Ruha yüceliş

İlmen                                      aynen                                     Hakken yakin olma

Mükâşefe (keşif)                    Müşahede (gözlem)              Şuhut (şahit olm.)

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder