Görmeden
İnanma
Kalbin Sad denilen bedensel yönünün
ardında Kaf denilen manevî, ilim vardır. Her ikisi mevcudatın tümünü kapsar,
birisi manevî diğeri maddî yönünü kapsayıp oluşturur. Henüz gündüz olmayan
sabah veya henüz gece olmayan akşam vaktinde ayrıntılarıyla görülemeyen madde bir
bütün halinde algılanır. Bu madde dağına Sad ve üzerine oturduğu ilim dağına
Kaf denebilir. Her şey enerjiden oluşmuş ise Sad tüm mevcudatı maddi yönden
kapsayan dağdır. İlmin tümünü idrak eden kalp Rahmanın arşıdır ve bu kalp de
Sad dağını kapsar, içine alır. Sad dağı Kaf dağının üzeridedir ve Kaf dağının
ardında Anka vardır. Bu durum ise yerlere ve göklere sığmayan Rahmanın mümin
kulunun kalbine sığdığını gösterir. Kalbi bilmeyen Rabbi bilemez. (50.1; 38.1)
“İstidat, fıtrat arzında,
ilmen yakin olmak amacıyla, ilim yolunda, ilim hedefine sefer ederseniz namazı
kısaltmanızda, noksan kılmanızda size bir günah yoktur. Yakinden nasibi
kendisine verilmiş olan namaz ve orucuna itinalı davranmayabilir. Yakin tahsili
seferinde bedenî amellerin eksik olması günah olmaz.” Hadisi şerif: “Bir fıkıh,
derin ve ince anlayış, sahibi, şeytan üzerine bin ibadet ediciden elbette daha
şiddetlidir.” (4.101)
İnsan, Allah’a, şah damarından
da, sağında sevaplarını ve solunda günahlarını yazmak üzere yer alan, meleklerden
de, daha yakındır. Sağında oturan melek nefsin Hakka bakan yüzü yani akıl etme
gücü, solunda oturan melek ise nefsin bedene bakan yüzü yani hayal etme
gücüdür. İnsanın fıtratı, nurlar âleminden olduğu için hayırlıdır. Beden
sonradan olmadır, arızîdir, bu nedenle, fıtrata uygun olmadığı için,
‘bedenselliğe düşkünlük’ gibi bir şey normalinde beklenmez. Akıl iyi bir fikir
geliştirirse karşılığını hemen on kat alır, sağdaki melek bunu hemen kaydeder.
İyi bir fikrin birisine söylenmesi bile zincirleme yarar sağlayabilir. Nefis,
bedensel zevklere uyarsa, pişman olup dönebileceği için, soldaki melek bunu
yazması için yedi vakit bekler. (50.16,17)
“Siz, O’na ve elçisine itaat edin.
Sözünü duyup yüz çevirmeyin. Duymak, anlamayı, anlamak uygulamayı gerektirir.
Sadıksanız azim gösterin. Hayvandan da beter, duymadıkları halde dava
edenlerden, sağır ve dilsizlerden, olmayın. Yerdegezenlerin en kötüsü sağır ve
dilsiz olanlardır. Yaradılışlarında olan duyup, anlama ve uygulama
yeteneklerini köreltmemiş olsalardı bunları yaparlardı. Körelme nedeniyle,
çabuk yüz çevirenlerde anlayış ve irade olmaz, hikmet, bunların göğsünde
debelenir, tereddüt ederler. Kalpleri, hakikati huzur ve sükûn içinde
karşılayamaz, hakikati işitip, anlayıp, kabul edip, uygulayamazlar. Henüz
görmeden, gayba iman edenler, Hak görünmeden, hakikat bilgisinin doğruluğuna inananlar,
O’na ve elçisine uyup, duyduklarınızı uygulayınız.” (8.20)
“Ey
görmeden iman edenler, kalbinizi ihya eden, dirilten, hakiki ilme, davet
edildiğiniz zaman, arınarak ve teslim olarak, O’na ve elçisine, doğru yola
girerek, daveti kabul edip, uyunuz. Davet edildiğiniz vakit, beka billâh ile
ihya etmek, diriltmek için sizi istikamete davet eylediği vakit tümde fani, yok
olmakla; istidadın, fıtratın zevalinden, yok oluşundan evvel, yaradılışınızı
köreltmeden, kaybetmeden önce, icabet ediniz. Fıtratınız körelir, kaybolursa,
hüzün oluşur, kalp ile kişilik arasında perde oluşur. Davete icabeti tehir etmeyin,
ertelemeyin. O’na haşrolunursunuz, size sıfat ve zatıyla karşılık verir.”
(8.22-24)
“Aklı gideren ve duyguları şaşırtıp meşgul
eden ölümün şiddeti, seker hali; ahret ahvalini, sevap ve günah gibi ölüm
halinde olan kimsenin gafil olduğu işin hakikatini, gösterir. Ölüm halinde
batınî halleri kişiye gösterilir ve “Bu senin dış âleme eğilim gösterdiğin için
gafil olduğun iç halindir” denir. Yeniden diriliş için sura üflenir, böylece,
her şahıs ahrette kendisine münasip olan surette dirilir. Bu üfleyiş, takdim ve
tehir edilen amellerin gösterilmesi, vaat edilenin yerine getirilmesi vaktidir.
Her nefis, ilminden bir saik, dürtü, istek ve
amelinden bir şahitle beraber gelir. Kısaca ilmi, onu malumuna götürendir. Her
olay insanın bir azasıyla meydana çıkar, elle yapılır veya gözle görülür, azalar
amellere şahitlik eder, ameller ilmine şahitlik eder, ilim maluma götürür.
Duygularının içinde yaşayıp, dış ortamda yaptıklarınla çok meşgulken, maddî ve
cismanî perdeni mevt nedeniyle kaldırınca, işleyen ilmi idrak edince, daha önce
tasdik etmediğin şeye, ahrete şahitlik ediyorsun, görüyorsun.” (50.19-22)
“Delilleriyle, kanıtlarıyla, haşyet
ve azamet tecellisiyle ortaya çıkan nefsanî sıfatlardan sakınanlara, takva
ehline, sıfat cenneti yakınlaştırılır. Sıfat cenneti, yakın mekânda, zuhurda,
ortaya çıkışta, değil ama rütbede zat cennetinden daha yakındır, buna karşın
zat cenneti daha yakın görünür. Bunun nedeni, nur âleminde ulvî mertebede daha
uzak olanın, nurunun şiddetinden, daha yakın görünmesidir. Aynı, güneşin
gezegenlerden daha yakın görünmesi gibi.” (50.31) İnanmadan, inanılan görünmez!
“Kitap
ehli, senden, onlara ruh semasından mükaşefe, keşif yoluyla anlayış, bilişle
bir ilmel yakin indirmeni isterler. Musa’dan da ‘Allah’ı aşikâr göstermesini’
istemişlerdi. Müşahede, mükaşefeden daha iyi ve büyüktür. Zatlarının bekasıyla
birlikte müşahede istemeleri sebebiyle kendilerini saika, yıldırım aldı.
Müşahede zamanında bakiyenin vücudu bir şey’i mevsufunun, sıfatlananın gayrine
koymaktır. Bakiye ile birlikte müşahede istemek, sıfat kemalini kendisine ait
görmesinden kaynaklanan nefsin azgınlığıdır.” (4.153)
“Onlar, Mesih'i yakînen
katletmediler, belki Allah Teâlâ Mesih'i kendisine ref eyledi, yüceltti. Ehl-i
kitaptan her kimse, yukarıdaki, ancak mevtinden evvel, İsa'ya herhalde imân
edecektir. İsa'nın ref’i, ruhunun âlem-i süfliden ayrılıp âlem-i ulviye ulaşmasıdır.
Ve ehl-i kitap, yani evveli ve ahiri arif olan ilim ehlinin tümü,
Allah'ta fena ile İsa'nın mevtinden evvel ona iman eder ve ona iman ettikleri
zaman, kıyamet günü, yani cisimsel perdelerden kurtulup halen bulundukları
uyku ve gaflet hallerinden kurtuldukları gün, olmuş olur. Kıyamet gününde İsa
onlara şahit olur. İşaret eylediği veçhiyle Hak Teâlâ onlara İsa suretinde
tecelli eyler.” (4.157-159)
İnsanın fıtratına işitme, anlama,
idrak etme ve davete icabet etme kazınmıştır. Benlik ve bencillik yapması
fıtratları gereğidir. Bu durumda muhatap alınır ve doğru yola davet edilir.
Kesretin vahdet olduğunu anlayarak, bütün içinde, tümde fani olarak, fıtratın
gereğince, yola girin. Fıtratı yok saymak doğru değildir. Yaradılışınız
gereğince davete uyun, sülûkta ilerleyin, var olan davet edilir, davet edilen
yokluk iddia etmez, varlık ile kabul edin ve tehir etmeyin, karşılığınızı
alırsınız. Tümde fani olmak, yokluğun idraki değil, varlığın idrakidir,
müşahede ve şühud edin, gözlemleyin ve şahit olun. “Güneş
ışığını gören, güneşi görür, Allah’ın nuru görünüyorsa görünen Allah’tır!”
(39.22)
Kutsal Mesajlar
İnsanın istidadı, fıtratı, ne derece
kuvvetli olursa, başlangıçta nefsanî sıfatı da o derece kuvvetli olur. (50.36)
Kutsal Mesajlar
-------------------------------------------------------------------------------------------------
Hz. Musa Hz.
İsa Hz.
Muhammet
Efal sıfat zat
makamları
Nefis Kalp Ruha
yüceliş
İlmen aynen Hakken
yakin olma
Mükâşefe (keşif) Müşahede
(gözlem) Şuhut (şahit olm.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder