29 Kasım 2017 Çarşamba

Nefsin Nikâhı


            Nefsin Nikâhı

            Beden, kalbin maddeye bağlı ve bağımlı, kesif, cisimleşmiş kısmıdır. Sağlam kafa sağlam vücutta olur. Kalp için bedenin sağlık ve sıhhati önce gelir. Nefis, bedenin kemalini, olgunluğunu sağlamaktan sorumludur ama önce sağlık. Beden sağlığı sağlanmadıkça nefsin manevi olgunluğunu sağlayıcı basireti açılmaz, idraki saf olmaz ve rüştünü ispat edemez. Ulvi bilgilerden rızkını almadığı sürede de nefis yetim sayılır. Yetimler nikâhlandığı zaman rüştünü kanıtlamış olur ve kendilerine hakları olan malları verilir. Doğal olarak insanın çocukluk evresinde, bedensel organları yeterince gelişinceye kadar, insanlık konusunda olgunlaşması beklenmez. Bu devrede nefis, bedenle meşgul, onunla dalgındır ve kendi kemalinden gafildir.

            Bedensel organlar olgunlaşınca, nefis, bu organları manevi olgunluğuna erişmek amacıyla kullanabilir. Örneğin aklı iyi ile kötüyü ayırt etme gücüne ulaşınca ve bedensel ihtiyaçlar azalınca, kişi aklıyla insanlığın tahsiline gayret gösterir, böylece nefis de olgunlaşmaya başlar. Nefsin akıl basireti açılır, fıtratında kazılı ilmi ile yaradılışı zahir olur, beşiğinde uykusundan uyanır ve gaflet uykusundan yakaza haline geçer, cevherinin kutsallığını anlar, yerini, merkezini ve amacını anlar.

            Bu gelişmenin iki nedeni vardır. Birisi organlarını kullanma yetkisidir. Örneğin aklını kullanmaya yetkilidir. İkinci neden de bedenle daha az meşgul olup, azaların bedene tahsisinden feragat edebilir. Örneğin, aklı bedensel ihtiyaçların karşılanmasında daha az kullanıp, aklın tamamen bedensel sağlığa tahsisinden feragat edilebilir. Ancak büyümenin, aklı başında olmanın uzun süre alması ve bedensel gelişimin kuvvet ve şiddete eğilimli olması nedeniyle, nefis kendiliğinden ve kendi kendine, tamamen ulvi yöne dönük, aklın olgunluğuna ve kutsal arzuların tahsiline soyunamaz, girişemez.

            “Kırk yaşlarında, insan, hakikati arar. Nefis, fıtratına, yaradılışına uygun fedakârlıklar yapar. Kendi âlemine döner ve yaradılışının nurları ışıldar, olgunlaşma arzuları şiddetlenir. Bu durumda hakikat yetimlerinin kefili, kayyumu olan Ruhulkuds, kutsal ruh, kutsala veya kutsallığa götüren ilim; nefsin rüştünü görürse, ona, hakkı olan hakikat ilim ve hüküm mallarını vermeye başlar. Çünkü nefis artık eşyanın hakikati için nikâhlanacak kadar büyümüş, yücelmiştir. Güzelliğin içtenliğini,  bedenselliğin ruhsallığını basiretiyle anlar. Esas olanın şekil olmadığını, şekil alan, şekle girenin öz olduğunu idrak etmiştir. Nikâhlanıp da bağlanmak, özün kalbe akışını sağlar, manevi tatmine götürür.” (46.15)

            “Cismanî şeh­vetlerle perdelenip, nefsanî lezzetlerle meşgul olmaları sebebiyle nefislerinin, beden ve bedenin terkip ve mizacından ibaret olduğunu zannederek, kuddüs cevher ve fıtrat-ı nurdan, kutsal cevher ve nurun yaradılışta kazılı oluşundan, gafil oldular. Somut cisim denizi ile soyut ruh denizi indirilmiştir. Bu iki deniz insan vücudunda buluşur. Aralarında, ne hayatın cevherinin letafetinde, ne de madde cesedinin kesafetinde olan ve ‘berzah’ diye adlandırılan, ‘hayvanî nefis’, beşeriyet canlılığı vardır. Denizlerin arasında, berzahta ne latif ne de kesif denebilen, nefsanî canlılık bulunur. Nefis her ikisinden de dengeli yararlanır, ne ruh bedeni latif, ne de beden ruhu kesif, yapabilir.” (55.19)

            “O beytte, Hakk’ın arşı olan Kâbe’de, mümin kulun kalbinde, delil ve mevcudat, ilim ve bilgiler, hüküm ve hakikatler var­dır, o delillerden biri de  ‘akıl’dır.” (2.96, 97) Arz gibi sema da, yedi kat olarak takdir edildi. Her semaya amacı, araçları, tesir ve tedbirleri işaret edildi.” (41.11, 12) Kalbin bir tarafı ruh, diğer tarafı maddedir.  Kalbin ruh ve madde tarafları, celali bir nazarla var, cemali bir nazarla fani, yok olur. Celalî nazara dayalı mevcudat ile giz’lenen Hakk’ın, Halk olarak görünmesi kalbin nefsanî yönüdür. Bu bakışta her şey birbirinden farklı, her oluşum bir diğerinden ayrı bir varlıktır. Halka, Hakk’ın cemalini görmek üzere bakılırsa, her şeyin bir ve tek ilimden kaynaklandığı görülür. Hakkın cemal ve celalini görmek, hayata Hakk’ın arşı olan kalbin olumlu veya olumsuz sıfatlarıyla bakmaktır. İlk oluşan kalp, yaşamı oluşturan kalptir. Celalî nazar ile var olan cemal’i bakışla fena bulur.

            Her ne yaşanırsa tüm varlık ile yaşanır, kısmî yaşanmaz, organsal yaşanmaz, bir bütün olarak yaşanır. Duygular akılla yaşanır, aklın kullanımında duygular da etkindir. Aynı anda hem gülüp hem ağlama, duygu ile gidip akıl ile durmak olmaz. En iyi bilinen deyim ‘kalbinin sesini dinle’. Çocukluk, gençlik ve olgunluk gibi evrelere bakılırsa, aklın ve duyguların aynı anda yaşandığını ancak beden ve ruhun yaşanmasında, yoğunluk, önem ve öncelik aldığı görülür. Bu açıdan bakış ile olgunluğa gidiş incelenebilir. Önce beden öne çıkar, ele alınır, sonra sırasıyla hayvanî nefis, insanî nefis, duygusallık, kalbî yaşam, ruhsal evreler öncelik alır. Herkes kendi hayatında dört mevsimi yaşar. Gençler için ‘ ilkbaharında’, orta yaşlılar için ‘sonbaharında’ deyimleri kullanılır. İnsanın, gece, nefsanî karanlık ve gündüz halleri yani ruhun nurunun, hakikat güneşinin gurup ettiği ve parladığı da gerçektir. Aydınlanma sürecinin başında geceyi yaşarken, aydınlanıp, aydınlatma, gündüz aşamasına geçilebilir. Bedenden ruha yüceliş sürecinde, nefsin karanlıktan aydınlığa çıkışı, firavunluktan, ilham alan hale yücelişi gözlenir. Genel anlamda ‘kuvvetlerin sürekli iletişim ve etkileşim’ içinde oluşuna paralel olarak, yüceliş sürecinde ehli ile dayanışma ve yardımlaşma ihtiyacı duyulabilir.

            Ayette “Kırk yaşlarında, insan, hakikati arar, çünkü nefis artık eşyanın hakikati için nikâhlanacak kadar büyümüş, yücelmiştir” denmesi anlamlı olabilir. Kalbin yaşamında nefsanî olay ve eylemler yerini kalbî duygular ve ruhsal gelişime bırakabilir. Maddenin kesafeti ve ruhun letafeti nedeniyle nefis, şiddete, aşağıya, karanlığa eğilimlidir. Yücelişin sürekli ve amaca ulaşıncaya kadar sürebilmesi, kesifin latif ile dolanırlılığını, karşılıklı bağlı ve bağımlılığı, gayretlerin sadakat ve kararlılıkla sürdürülmesini gerektirebilir. Üstelik bireysel yüceliş ile insanlığın yücelişi paralel olacağı için aynı sürecin içinde daha önce aynı yücelişi yaşayan nebilere ve Resule sadakat söz konusu olabilir.  Bu durum ayette ‘nikâhlanma’ olarak ele alınmıştır denebilir. Bilerek, bilinçle, sevip isteyerek, aşkla, ilahî aşk için, aşka evet denebilir.

            Umarım, dayanışma içindeki yüceliş sürecinde, gereğince azimli ve kararlı olabiliriz.

           

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder