Evren ve İçindekiler İtaat Eder
Hangi taşın
altından ne çıkacağı belli olmayan bir ortamda, çeşitli konular ele alındıkça
işin nereye varacağı da bilinemez. Özellikle okuyan, düşünen, tefekkür eden ve
ibret alan bir toplumda bireysel anlayış ve idrakin sınırı belirlenemez. Her
hareket ve adımını aklını kullanarak atan kişiler, bir başlangıç noktasından
belirli bir hedefe ulaşma sürecinde, daha dikkatli düşünür. İlahi İrade
Kanunları üzerinde çalışmayı seçmek bile büyük cesaret ister. Çünkü yasalarda
“Ezelden ebede, küresel ve evrensel boyutta, din ve inanç farklılığı
gözetmeksizin” geçerlilik aranır. Bize özgü tanımla, geçerlilik alanı için,
kısaca, “Âlemden Âdeme” denebilir. Konuların çeşitliliği idrakin sınırlarını
zorlar, bur durumda daha da dikkatli olunur. İlahi iradenin izlerini ararken
aklın alışkanlığı olan tek yönlü sebep-sonuç analizinden fazlası gerekir. Çünkü
bilim, Âdem’in yaradılışının amacını ve nedenini bile sormaz.
Ne zaman
“Kuran” dense “Kim kurmuş, neyi kurmuş, nasıl kurmuş?” gibi sorular akla gelebilir.
İtaat konusunda da Kuran’a başvurmak gereği duyulursa evrensel düşünülmelidir.
Evren, gökyüzü ve yeryüzü, ile ilgili ayetler güncel bilimsel bulgulara
uygundur. “Evreni güç, kuvvet ve kudretimizle biz kurduk, onu genişletmekteyiz.
(51.47 -Y.N.Öztürk, Zariyat (67)). Gaz halinde bulunan evrene ve yeryüzüne ‘isteyerek veya istemeyerek
gelin’ dedik, ikisi de ‘isteyerek geldik’ dedi (41.11). Sema, arza bitişikken
onu ayırdık (21.30). Düşünüp, ibret
alabilmeniz için her şeyi çiftler halinde yarattık (36.36; 51.49). Yeryüzünü
canlandıran suyu gökyüzünden indirdik (2.164).” Evrenin belirli bir düzene göre
kurulmuşluğu ve çalıştığı açıktır. Bu düzenin, fizik ve matematik yasalarını
kapsayan, bir ilmi olduğu da aşikârdır. Her uygulamanın ardında bir ilim
olduğu, her şeyin kendine özgü ilmi olduğu bellidir. Her ‘obje’ ilminin
deposudur.
Evren, arz
ve sema, var oluşunda ve hareketlerinde ilme dayalı emirlere uyduğuna göre, var
olan her şey ve herkes de bu ilme itaat etmektedir. Koşullara uymayanın hayatta
kalma şansı olmasa gerek. Doğa koşullarına uymak da şeriata uymak olabilir.
İnorganik, cansız maddeler, teknik özelliklerinin ve potansiyellerinin gereğini
yerine getirerek, uyum gösterir. Elektron, eksi yüklü elektrik yüküne ve
protonu kendine çekme özelliğine sahiptir. Elektronun elektrik yükünün biraz
daha az veya çok oluşu durumunda evrenin oluşamayacağı bilimsel bir gerçektir. Hidrojen
atomu yanıcı özelliğe ve oksijen ile birleşme potansiyeline sahiptir. Yanıcı ve
yakıcı olan bu iki atom çeşidi birleştiğinde, suyu ortaya çıkararak, söndürücü
olma özelliği taşır. Bütün bu doğal koşulların ardında, bilimsel olarak
kanıtlanmış, ‘önceden belirlenmişlik’ diğer bir deyimle, emre itaat vardır.
Elektronun elektrik yükünün veya suyun oluşumunun nedenini sormak bilimsel
olmayabilir ama felsefenin özüdür.
Güneşimizin
oluşmasından önceki koşullarda oluşan ve uzayda kar bulutu oluşturan suyun, gökyüzünden
yeryüzüne indirilişiyle canlılık yaratılmıştır. Aynı su ile sulandıkları halde
canlılar çeşitlilik arz eder. Kitabımızda her şeyin ‘halk edilmesi’, canlılığın
‘yaradılışı’ ve insanın ‘inşa’ edilmesi yer alır. Her tohum veya her DNA’nın,
uygun koşullarda, toprak, hava, su ve ateşe hükmedişi, belirli bir şekilde
birleşmelerini emredip, dört anasırı yönetişi bilimsel bir gerçektir. Böylece,
protein, mineral ve vitaminler ‘canlı’ oluşturacak şekilde birleşerek büyürler.
Her büyüme, doğal yasaların tümüyle açıklanabilecek, bir ‘düzen’ içinde olur.
Aynı şekilde,
insan da toplum, dernek veya dergâhlarda inşa edilir. Genel düzene uygun, özel
düzene tabi olarak, kendi ilimlerine biat ederek, yetişen insanlar olgunlaşma
sürçlerinden geçer. Özel, genel, küresel ve evrensel düzeyde itaat, belirli
amaca ulaşmada kaçınılmaz olur. Atomlar ve moleküller etkileşim içinde hareket
eder. Etkileşimlerin karşılıklı olması tek yönlü sebep sonuç ilişkisine uymaz.
Organlarımızın çalışma sistemi her hal ve koşulda bizim ne durumda olduğumuzu
belirlemez aksi de doğrudur. Bizim organlarımıza, molekül ve atomlarımıza,
kısaca, ilmimize itaatimiz de onların bize olan itaatlerini etkiler. Bilerek,
isteyerek ve bilinçli hareket edersek bilincimiz artar. Yukarıdaki ‘isteyerek
geldiler’ kavramına uygun şekilde gidişimiz bilinçli olursa yolculuğumuz
keyifli ve zevkli geçebilir. Bilgiler bilmeyi ve bilmek bilinmeyi doğurabilir.
Nihai sonuç olarak evren, bilinmek istendiği için yaratılmış olabilir. Abide-i
Hürriyet bilinir, Abide-i Hakk anlaşılır, Abd-i Hu idrak edilirse, ağacın
duruşu, kuşun uçuşunun da ibadet olduğu idrak edilerek şahit olunabilir.
Evrenin
kurulması, gökyüzünün yeryüzünden ayrılmasının sağlanması, yeryüzünün
döşenmesi, arza suyun semadan indirilmesi ve canlılığın yaratılması gayretlerinin
tümü bir alt yapı olarak insanın inşası amacına değer. Halk edilen her şeye
adil davranılıp hak ettiği her şey yerinde, zamanında ve dozunda verilmiş
olmalı ki alt yapı dediğimiz temel sağlamdır. Bu temelin üzerine insan gibi
mükemmel bir mahlûk inşa edilebilir. İnsanın inşa edilmesinin de bir amacı
olmalı. Yaşamını sürdürmesi için yeterli düzeyde akıl verilmesi hali hayvanlar
âleminde gözlemlenir. Konuşma yeteneği ile desteklenen, aklın fazlasının
verilmesi, insana önem, öncelik ve özellik kazandırır. Bu tür bir nedensellik
arama da bilimsel olmayabilir. Ancak, benzer arayışlar, yalnız ve sadece insana
yakışır. Olgun insanlar ise, bilim ötesi araç ve amaç arayışına geçerek, arif
olmaya çalışır. İlahi irade kanunlarını bilerek ilahi düzeni idrak etmekle,
evrenin kuruluş düzeninin ve ilminin de ötesine geçilebilir. İlmin tümü
bilinirse, yalnızca “Bilinen” ortaya çıkmış ve ortada yalnız ‘Var Olan’ kalmış
olabilir.
Ayrıntılı
analizlerle, enerjinin maddeye dönüşümünden, ışınım ve hareketlerin hızına
kadar, her şeyin ardındaki bilimsel bilgilere ulaşmak akıl kârıdır.
Galaksilerden kuantum âleminin kütlesiz parçacıklarına ve onların teknik
özelliklerine kadar inip belirlemek, gözlemlemek, çarpıştırıp sonuçlarını
kaydetmek çok önemlidir. Sebep ve sonuçtan öteye, evren çapında ve kapsamında, karşılıklı
etkileşim içinde ‘oluşun’ saptanması ve idraki insan aklı için daha önemlidir.
Kalp düzeyinde vahdet idrak edilemezse nefis düzeyinde adalet idrak edilemez.
Aklın hükmünün aşka kadar olduğu da yaşamın yaşanarak bilinen bir gerçeğidir.
Aşk için, aşk ile aşktan yaratılan maşukun aşığını araması ve aşkı bulup
yaşaması nihai amaç olabilir. Zamansız ve mekânsızlıkta var olan vardır, yok
olan da zaten hiç olmamıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder