Sohbet
Muhabbete Dönüşmeli
Hep okumaya
çalıştım. Okuyup bileyim istedim. Babam okumamı istemişti. Hacı bey, Bursa Ulu
Cami eşrafından, kayınpederim Ahmet Hançer, okumakla olmaz dedi. “Makam sahibi
olursun ama adam olamayabilirsin” denmesi anlamlıydı. Ya tekerleği yeniden
keşfedecektim ya da bilinen yolu izleyecektim. Sohbetlere katıldım, sağ
olsunlar. Kulağı delik olmak neymiş anladım. Kulağıma kar suyu kaçtı. Bu su,
gökten gelirdi, çok saf ve temizdi. Saf su peşinde koşmakla hem Nuh’un gemisini
hem de Resulün sefinesini anladım. Madde denizinde yüzdürürken, kulak deliği
sayesinde, gemimi nefsin korsanlarına kaptırmadım. Sefinenin hedefi ise
benliğimi kurtarmaktır. Böylece bilen ile bilmeyenin bir olamayacağını anladım.
Bir küçük gerçeği idrak ettim sayılır: Görünen, görenin görüntüsüdür!
Kişiyi,
maddeyi, eşyayı ulu veya kutsal yapan, olduğu yer değil geldiği yer imiş. Ne
olduğumuz değil, nerden gelip ne olacağımız önemli gibi. Ulu cami de cüssesinin
veya taşlarının büyüklüğü nedeniyle ulu değilmiş. Ulu kişilerin buluştuğu yer
olduğu için ulu denmiş. Öyleyse bir kişi nasıl ulu veya büyük insan olabilir?
Kimse kendine büyük veya ulu demez. Belki de her bildiğini Hak bilen ve her
gördüğünü Hak görene, halk, olgun, büyük, ulu, yüce insan diyordur. Tüm çevresini,
dünyasını ve evrenini Hak görene biz de Hak diyebiliriz. Hak denilene, görüşünü
değiştirmeme şartıyla, Hak demeye devam edilebilir. Bir küçük sapma felakete
götürür. Örneğin, ben veya biz Hakka daha yakınız denmesi, yanılgıların anası
olur. Çünkü “Şah damarına yakınlık” kapsayıcıdır. Tek yol sohbetin muhabbete
dönüşmesidir.
Sohbet
nedir, nasıl muhabbete dönüşür önemlidir. Bir kişinin ders verdiği derslikte
sohbet edilmez. Bir öğretmen öğretiyorsa bu ders vermek olur. Sohbet, bu
açıdan, eşitler arasındadır. Aynı bilgileri paylaşan eşitler bir konu üzerinde
konuşabilir. Dünya veya evren ile ilgili bir konuda ilgili profesörler bile
görüş ayrılığına düşebilir. Yalnız sevgi paylaştıkça büyür dense de bir canlı
veya eşyayı eşit düzeyde seven bulmak zordur. Birbirlerini sevenlerin sevgiyi
paylaşması da uzun sürmeyebilir. Allah’ın ilmi ile Allah sevgisi hakkında
sohbet etmek ayrıcalık olabilir. Bu sohbette kişilere özgü kişilik, benlik ve
bencillik olamadığı için paylaşım değil katkı ve katılım olur. Aşk söz konusu
ise akıl da duracağı için sohbet muhabbete dönüşür. Aşk ile muhabbet
ulaşılabilecek son noktadır. Âşık ile maşuk veya seven ile sevilenin
muhabbetine doyum olmaz denir. Sevişmenin tanımlanması zordur.
Muhabbet
insanın kendini bilmesine bağlıdır. İnsan nerden gelip nereye gittiğini bilmeli.
Hayatı yaşamak güzeldir ama eğer bir amacın oluşu bilinirse. Hedefi olmayan
yelkenliye hiçbir rüzgâr yardım edemez. Verilmiş olanların neden verildiği
bilinmeli. İnsanın ilk ve son günde ne kadar aciz olduğu gözden kaçmamalı.
Doğadan ve doğuştan gelenlerle çevreden alınanlara sahip çıkmakta dikkat
edilmeli. Para bulanın değil, bilgi de öyledir. Kendini bilen kendini
sahiplenmez. Herkesi de kendisi gibi bilir. “Olacak olan olur. İş olacağına varır.
Akacak kan damarda durmaz” gibi hayatın derinliklerinden gelen deyimlere
inansak da iyi bilsek de elimizden geleni yaparız. Dünyayı durdurmaya
çalışırız. Her şey olduktan sonra, iş, biz de bir parçası olduğumuz halde,
bittikten sonra denilecekler denir. Oluşumun tümünün bizimle tamam olacak
şekilde oluştuğunu idrak ettiğimizde sohbet edilirse muhabbet olur.
Bilimsel
açıdan bakıldığında, Büyük Patlamadan itibaren bir ve tek enerjinin, kütle
kazanarak, oluşumları izlenir. Her şeyin temelinde ışık hızında yayılan
elektromanyetik radyasyon vardır. Göze gelen kısmına ışık denir, enerjisi ‘kuanta’
olarak ölçülür, foton olarak yayılır. Kuantum âleminin gizemli yapısı vardır,
“Her şey önceden belirlenmiştir” dedirtir. Genel görelilik yasalarına göre uzay
ve zaman ayrımının yapılmaması, uzay-zamanın bir birleşik alan oluşturması da
gizemlidir denebilir. Çünkü kütlenin uzay-zamanı bükmesi nedeniyle düz çizgide
seyreden ay ve dünyanın yörüngeleri eğri görünür. Bilimsel gerçeklere vakıf
bilim insanları “Tanrının nasıl düşündüğünü bulmaya çalışıyoruz” derler. Gerçek
birdir, ayette belirtildiği gibi “Allah yerlerin ve göklerin nurudur.” (24.35)
Zaten kanıtlanmıştır ki yerler ve gökler kütle kazanan enerjinin ışık, parıltı
ve parlaklığından oluşmuştur.
Din, tüm
evrenden geçip, Allah’a giden yoldur ve sabah olunca gözün görmesi kadar
kolaydır. İnsanlar ayetleri uyguluyor değil, ayetler insanların yaptıklarını ve
yapacaklarını açıklıyor. İnsan okur, düşünür, ibret alır, tefekkür ederek
hareket eder. Bilgi edinir ve bilgisini uygulayarak ilme itaat etmiş olur. Kendisini
irşat eden, yetiştiren ve oluşturan ilme tabi olarak yani biat ederek, secde
ederek, namaz kılmış olur. Her eylem ve olayın ardında aynı kuvvet, kudret ve
güç vardır, kaynağı aynıdır. Hareket eden enerji bunu atom olarak da yapar,
elektron veya foton olarak da. Bir atoma bile sahip olamayan insan, aklının da
verilmiş bir nimet olduğunu idrak eder. Organlarının nasıl çalıştığını bilemez.
Kendisine secde eden meleklerin, bu melekelerinin sentezini önce bilemez. Sinir
ve sindirim gibi tüm alt sistemler birbirini etkiler, hepsi birden kişiyi
oluşturur. Bilmek için bilen sıfatına sığınma gereği duyar. Emaneten sahip
olduklarının şükrü içinde hareket eden kişi, nefsini kalbine yönlendirir.
Kalbindeki sıfatların da zatından kaynaklandığını anlayacaktır. Bu şekilde ve
bu düzeyde ele alınacak her konu üzerinde yapılacak sohbet muhabbete dönebilir.
Muhabbette
menfaat olamaz. Kişinin benlik ve bencilliğindedir nefsanî menfaat. Muhabbette
katılım ve katkı vardır, almak yok vermek var gibidir. Zevk edilen her şeyin
keyfi sürülür, lezzeti alınır, ayrılıp ayıldığında kişi damak tadını anımsar.
İçten kaynayarak gelenler paylaşılır. Benimsenip sahiplenilmeyen bilgi ve duygu
paylaşımı sahip çıkılıp götürülemez. Bir sonrakine hazırlanıp sohbet sırasında
çekmeceden çıkarmak olmaz. Senlik benlik ile oturulan sofrada karın doyurulur.
Karın doyurma kalbin duygularıyla olamaz. Kalp ruhtan alınanlarla doyar. Bu
doyum dolgunluk yaratmaz. Kalbin arınmasında letafet vardır, kesafet yoktur.
Enerjinin kütle kazanmış haline madde denmesi, mana ile kıyaslanarak, anlam
kazanır. Madde manaya tabi olur, her şeyin ardında ilim olduğu idrak edilir.
Kişi bilen olduğunda ilim bilinen olur. Bilgi bilen, ilme sahip olamaz. Fizik
bilen fizik ilminin sahibi değildir.
Muhabbet
ortamında, kendisini kastetmedikçe, herkesin ben deme hakkı vardır. Hak, halk
olarak görünür, kısaca halk zahir, Hak batındır. Allah’ı gayrisi değil, ehli
bilir ve Allah’ın ilmi ile bilir. Umarım bizim de tevhit sohbetimiz muhabbete dönüşür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder