10 Nisan 2024 Çarşamba

Akıl, Ruhun Kalbe Kapısıdır,

 

Akıl, Ruhun Kalbe Kapısıdır,

Akıl, insana verilen en büyük nimettir. Aklını kullanan kendini de Yaratanını da bilebilir. Beyin, beş iç ve beş de dış duyulardan bilgi toplar, değerlendirir, anlam kazandırır. Ama basiretli görüşle Varlığın ardındaki hakikati idrak eden Kalp gözü akıldır. Nefsine hâkim olabilen Kalp, Ruha açılım ile ruhun nurunu, ilmin idrakini, akıl ile sağlayabilir.

“Hakk’ı işitmeğe, Hakk’ı görmeğe, Hak’la söylemeğe sebep olan akıl nurundan kalpleri yoksun olduğundan onlar, hakikaten sağır, dilsiz ve kördürler. Kalplerinde aklın nuru, idraki, olmadığı için şuur yerleri olan göz, kulak ve dillerinden kalplerine giden yollar kapalıdır. Kalbin nuru olmadığından göz, kulak ve dilden istenen faydalarından haz alamaz ve istifade edemezler. Bu nedenle münafıklar, sağır, dilsiz ve kördürler.” (2 Bakara, 18,19) “Ahdin misakı olan sözleşme ile Allah, tevhit ilmini akıllara kazımıştır. Böylece, insanlar, cismani perdelerden soyundukça, tevhit ilmi, yeni keşfedercesine, kendilerine aşikâr olur. “Bela” evet demeleri ise insanların zatları ile tevhit ilmini kabulleridir. Her insan, insanlığın bir parçasıdır, kendinde kısmen insanlık vardır, akıl verilmiştir, aklını kullanarak ilmini artırabilir, ilmi arttıkça, bedenden ruha yücelebilir, insanlığını geliştirebilir, tefekkürle,  ilim, yeniden keşfedercesine aşikâr olur. Tevhit ilmini idrak yeteneği verilmiştir, bu yeteneği insan kullanmalıdır, O’nu ispat etmeye, olgun, kâmil insan olmaya, söz vermiştir, sözünde durmalıdır.” (2 Bakara,27) “İki Âlem vardır, birisi beden ve beden organları olan cisim âlemi,  ikincisi ruh âlemidir. Semanın yedi kat olması ruh âleminin mertebeleridir. 1- Madde âlemi, 2- Nefis âlemi, 3- Kalp, 4- Akıl, 5- Kalbin Sırrı, 6- Ruh, 7- Ruhun Sırrı. Tasavvuf açısından akıl ruhtur, ruhtandır, ruhanîdir; akıl, konuşan nefsin akıl erdirme gücüdür. “Akıl, ruhun nuru ile nurlanan, ilmin idrakiyle aydınlanan, kalbin parlak bir mevziidir.” “Kalp de, idrak eden, düşünen, konuşan nefisten, insanlıktan, ibarettir.” (2 Bakara, 29) “Siz, «ruh» Rabbinden «akıl» meleği vasıtasıyla «kalp» Nebi'sine indirilen, makul, akla dayanan, kitabı okuyunuz.” (2 Bakara, 50) “Vehim şaibesinden arındırılmış, şeriat nuruyla nurlanmış, olan akıl ile akıllanmış olanlara elbette pek büyük deliller vardır.” (2 Bakara, 164) “İnsan bir bütündür ama kendi nefsiyle var değildir, her mevcut olan O’nun vücuduyla mevcuttur. Vücudun bütününden infisam etmek, kopmak, ayrılmak, iki vücut halinde var olmak, mümkün değildir. Akıl, kıyasladığı için iki varlık gibi görür. Mümkün, mevcut olanlar, Allah’ın efali ve sıfatıdır. İnsan, tüm organlarıyla bir bütün halinde yaşarken, kendi iradesi dışında bir organı, eli, kolu, hareket ederse onu duyar, işitir. Akıl, bir insanı, ayrı bir varlıkmış gibi itibar eder, düşünürse, o insan, Varlıktan kopukmuş gibi algılanır. İnsanın ayrı bir varlıkmışçasına hareket etmesi halinde ise ‘Varlık’ onu hemen işitir, çünkü kendi kendine hareket ettiğinde varlıktan kesilmiş, kopmuş olur. Özgürmüş gibi hareket edildiğinde niyeti bilinir, sözü işitilir, hareketi duyulur ve hissedilir. Bağımsız gibi hareket etmenin nedeni maddenin ardındaki, özündeki ilmi bilmemek olabilir. Hareket ve sıfatların karanlıklarından, hayal, kuruntu ve şüpheden,  kurtularak ruh âlemi fezasına; ilim ile kalbin ufkuna ve semasına çıkılabilir. Maddeyi, eşyayı, kişileri, mevcudatın tümünden, ‘Vücut’tan, kırık, kopuk ve bağımsız hayal etmek eşyanın doğasına aykırıdır.” (2.256, 257)

“Bütün yiyecekler akıl sahiplerine asıl hükmüyle helâldir. Zira akıl zarar veren ve helak eden şey’in haram olduğuna hükmeder.” (3 Ali İmran, 93) “O Ayetlerden biri de İbrahim makamı, yani Ruh Nurunun kalbe ulaştığı yer olan akıl vardır.” (3 Ali İmran, 97) “İnsanlara gönderilen on iki vekil, beş dış duyu, görme, işitme, koklama, dokunma, tat alma ve beş iç duyu, adalet, vicdan, zekâ, hayal ve fikir gücü ile teorik ve pratik akıldan ibarettir.  Eğer siz ruh,  kalp ve melekût,  hâkimiyet,  imdadından gelen akıl ve ilhamla, isabetli fikirler ve doğru hatıralarla, akıl ve fikir resullerine hürmet edecek olursanız, fena ile zatınızı da teslim ile Allah'a iyi bir ödünç verirseniz, sizden hicaplarınız olan zat,  sıfat ve ef’âlinizin vücutlarını elbette setir eder, örterim.” (5 Maide, 12) “Âdem’in, biri sırf akılcı Habil ve diğeri sırf hayalci Kabil olmak üzere iki oğlu vardır ve her ikisinin de ikizi kızdır. Âdem, Kabil’i, Habil’in ikiziyle, Habil’i de Kabil’in ikizi ile evlendirmek ister. Âdem’in amacı yalnız aklını kullanmayıp aklını hayal ile süsleyen ve yalnız hayali davranışlar yerine akılcı hayaller kurabilen torunlar sahibi olmaktır.” (5 Maide, 27,28) “Varlıklar, mevcudat, eşya ile mahcup, perdeli, engelli olanlar, hisleri ile kalırlar. Var olanların kendi kendine hareket ettiklerini zannederler. Bu mertebeyi geçip de varlık perdesini yırtan, hareketin kuvvet ve kudretten olduğunu görüp anlar. Aklı, İlahi hidayet nuruyla hidayet bulan kimsenin ise Basiret gözü de açılır, kuvvetlerin ardında, bilimsel özelliklere sahip bilgi ve Hakkın gölgesi olan İlim olduğunu, İlmin sahibinin de Hak olduğunu anlar. Hareket etme iradesinin, varlıkta ve varlığın kuvvet ve kudretinde olmadığını, Kudretin de sahip olunan bir şey olduğunu görür. Böylece, İradenin, İlmin sahibine, Varlık olarak görünene, ait olduğunu, Hakkın, Halk olarak göründüğünü, idrak eder. Ve hakkıyla «La ilahe illallah» der.” (6 Enam, 75) Resimden, ressama ve ressamlıktan, ressamın Zatına, kişiliğine gidilir. “Gökyüzünden inen yağmur suyu ile çeşitli otlar, meyve ve sebzeler, bitkiler, nebatat, çıkardığımız gibi aynı şekilde, ruh semasından inen ilim suyu ile de her sınıf ahlak ve fazilet, nefis yeşilliği, güzel ve parlak ziynetler, şerif ameller, sadık niyetler çıkarırız. Hurma salkımı gibi akıl erdirmelerle bilgiler elde edilir, hakikatlere ulaşılır. Hakikatlere ulaşma, ruh nurundan, ilmin idrakinden, zuhur ettiği için kendiliğinden olmuş gibidir. Çeşitli koşullar altında oluşan zevkler, eğlenceler, üzüm bahçeleriyle, şırası sarhoş eden kalp muhabbetlerinin çeşitleri ortaya çıkar. Tefekkür zeytinini, sadık kuruntu narını ihraç ederiz. Seyri sülûk halinde, sıratı müstakim, doğru yol üzerinde, çeşitli mertebe ve rütbelerde, gizli ve açıkta, zevkler ve lezzetler ihraç ederiz. Sebze, meyve ve yemişlerde olduğu gibi vusul, vasıl olma, ulaşma zamanında, her şeyin kemaline, olgunluğuna itibar ve iltifat ediniz. Şu saydığımız ayetler ve ahvalde, ilmî imanla iman edenler için büyük deliller vardır.” (6 Enam, 99)

Okumayı, bilgi edinmeyi, öğrenen, kâinatı okuyabilir ve her şeyi öğrenebilir. Maddi ve bedensel perdelerden soyunabilen insan, Kalpten Basiretli görüşe, Hakikati idrak edebilen akla erip, Ruha, ilme ve idrake ulaşabilir.

Umarım biz de basiretle gören akla ulaşıp, tevhit ilmiyle, Halkta, Hakkı görebiliriz!

Necdet Altınay 13042024

27 Mart 2024 Çarşamba

Ahde Vefa, Vuslattır!

 

Ahde Vefa, Vuslattır!

Gelecek, geçmişte gizlidir. Sonuç, Başlangıcın açığa çıkmışıdır. Sonuçta, Başlangıç zahir, amaç batın, gizlidir, Başlangıçta amaç zahir, Sonuç batındır. Adam olacak olan, bebekliğinden bellidir. İnsan, doğuştan insandır. Allah, Âdemin sırtını sıvazlayarak zürriyetini, neslini, belirlemiştir. Âdemoğlu, olgun insan olması için maddi ve manevi donatılmıştır. Her şey, kuvvetlerden oluşan ‘info’sunun, bilgisinin, maddeleşip açığa çıkmış halidir. Yaşam koşulları farklı ve zor olsa da insan, olgunlaşmasını bilmelidir. Ruhun, ilmin, nuru, Kalpte idrak edilmeli, zahire çıkarılmalıdır. İstidadında, fıtratında, emanet edilenler, sahibine, gerçekleşerek teslim edilmelidir. Halk ile arz ve sema olup örtünen hüviyet, Hak olarak zahir olmalıdır. Evvelde Halk zahir, Hak batın; sonuçta Hak zahir, Halk batındır.

“Emanetleri ehline, sahibine, veriniz. Önce istidadınızın hakkını ödeyin. İlk yaptıklarınız içinizden gelenlerdir, fıtratınıza uygun olarak yaparsınız. Kemale erme, olgunlaşma, yolunda yaptığınız iş ve işlemler, eylem ve olaylar, daima bir kuvvete dayanır. Bu kuvvet ve kudretin sahibinin, siz olmadığını, Allah’ın olduğunu, bilin. Her işin ve eylemin bir sıfatla yapıldığını ve hiçbir sıfatın da size ait olmadığını, tüm sıfatların Allahın olduğunu, idrak edin. En sonunda tevhitte fani olup vücudun, Hakka ait olduğunu anlayın. Fenadan sonra bekaya döndüğünüzde, insanlar arasında hüküm verirken, eşyanın da Allah’ta kaim olduğunu bilerek, Allah’ın adaletiyle sıfatlanarak, hükmedin. Kendi Nefsiyle kaim olan, adalete kadir olamaz. Allah, sizi bilir, işitir ve görür.” (4 Nisa, 58) “Halk arasında Allah’ın sana gösterdiği adaletle hâkim olman için, sana sıfatın ayrıntısının ve tecellisinin nasıl olabileceğinin ilmini inzal eyledik, indirdik. Ezelde senin istidadında, Hakk’ın marifetinin, bilgisinin, kemali nakşedildi, nakış gibi kazındı, sana emanet edildi. Allah'ın emanetini eda etmeyerek, nefislerinin haklarını koruyarak, hıyanetlik etmiş olan zalim ve hainleri müdafaa etme.” (4 Nisa,  105) “Siz, sıfatların tecelli makamı olan Kalbe dâhil olun, çünkü Kalp, ruhani semasıyla, arz sayılır. Kalbe girip makam edinmek, istidadınızda size emanet kılınmıştır. Nefsinizi arkada bıraktıktan sonra, menfaatiniz için veya lezzetlerine dalmak için, kalıcı olmak üzere, beden kasabasına tekrar dönmeyin. Dönerseniz, kalbin nurlarını ve güzelliklerini, bedenin zulmet ve çirkinlikleriyle değişmiş, ziyan etmiş, olursunuz.” (5 Maide, 21) “Hak Teâlâ, sizi, nefsi külliyeden ibaret olan bir nefisten inşa eden Zat’tır. Beden arzında zuhur etmesi, görünmesi istenmiştir, fenası halinde ise cemi Zatta emanet olduğu anlaşılır. Biz nefsin zuhuru ve emanet kılınması ayetlerini, idraklerinin sefası ve Kalplerinin aydınlanması için fıkıh, derin anlayış, sahibi olan kimselere ayrıntılı açıklamışızdır.” (6 Enam, 98) “Ey müminler, ezeldeki ilk istidadınızın gerektirdiği gibi Allah’ın ahdine uygun, size emanet olarak verdiği bilgi ve hakikate sahip olduğunuzu bilerek, ahdinize vefa gösterip, Hakikati idrak edip kemale ererek, olgunlaşarak, ortaya çıkarmak, gerçekleştirmek yerine; nefsinizin sıfatlarıyla gizlenerek emanete hıyanetlik, ahde vefasızlık, etmeyiniz.” (8 Enfal,  27) “Allah, kuvvetler halinde, kendisinde Allah'ın emaneti olarak verilen ilmi, kemali, itaatle eda etmeyen ve ahde vefasızlık ile kalbe hainlik eden ve nimetleri kötüye kullananları sevmez.” (22 Hac, 38) “Olgunlaşma amacıyla verilen yetenek ve kuvvetleri bu amaç için kullanmayan sevilmez.”

“Gayrisine kıyasla, aslı ve evveli ilim olan, Hakiki İlahi Sıfat ile Evvelin ve Başlangıcın Kaynağı, İzafi Sıfat olan, İlahi Zat tarafından; insanlar, soyut ‘Hakka Verdikleri Söz’ ve zahir amelleri nedeniyle; nefsanî duygular içinde, gaflet uykusunda ve perdelenmiş durumda terk edilmezler. İnsanlar, tabiatlarına emaneten bırakılmış ve istidatlarında saklanmış olanların zahir olması, ortaya çıkması, için çeşitli belalar ve nefsi terbiye ile imtihan edilirler. Kutsal hadise göre: “Ben gizli bir hazineydim, zahir olmaya muhabbet ettim, aşikâr olmayı sevdim ve halkı izhar ettim, görünür kıldım.” Gizli hazine, olgunlaşan insanlarda apaçık yaşanır. İnsanlara, muhabbeti nedeniyle, nimetlerini sundu. İlahi Zatın sonuçta görünmesi, evvelde Başlangıç oluşunun gereğidir.” (29 Ankebut, 1)

“Hüviyet, arz ve sema olarak örtündü. Arz ve sema, hüviyeti kabule istidatları, özünü idrak etme bilinci, olmadığından, hakikati zahir etme, ortaya çıkarma şeklinde taşımaktan kaçındı ve korktu. İnsan ise istidadının kuvveti ve taşımaya kudreti sebebiyle emaneti yüklendi. Hakikatin hüviyetini, nefsine yakıştırarak, hatta intihal etti, kendisinin olmadığı halde benimsedi, sahiplendi. Allah’ın hakkını benimseyip intihal ettiği, nefsiyle zahir olduğu, için de zulüm sahibi oldu. Benlik ve bencilliği nedeniyle, hüviyeti bilemediği için çok cahil oldu. Yaradılışındaki nurun zuhurunu, ortaya çıkıp parlayışını, engelledi. O nurun hakkını bilemeyip vermeyen münafık oldu. Yaradılış perdelerinin kesafeti, yoğunluğu, nedeniyle de Hak ile olamayıp gayri ile kaldıkları için şirk sahibi müşrik oldular. Tövbe eden müminler, Hakkı arif olup, bilip, kemali izhar ile ortaya çıkarıp olgunlaşarak emaneti eda eyler, gerçekleştirip sahibine teslim eder.” (33 Ahzab (97). 72, 73)

Aklı başına gelen, kendini bilip insan olmaya başlayan, reşit olan kişi, Hüviyetin, Kişiliğin, Zatın, arz ve sema ile örtünüp gizlenmekte olduğunu idrak etmeye başlar. Kendi ruhunun, ilminin ve beden ile cisminin Başlangıçtan, Haktan, geldiğini anlar. Verilmiş olan ilim ve yeteneklerin tümünün açığa çıkışını sağlar. Kendine emanet edilenlerle her ne olabilecek ise onu olup, kendini gerçekleştirip, gerçek sahibine teslim ederek, Halk zahir olduğunda batın olan Hakkı zahire çıkarır. (1)

Umarım bizden de, emanetlerimizle kendimizi gerçekleştiririz de, Hak görünür!

Necdet Altınay 30032024

(1)   http://necdetaltinay.blogspot.com/2024/03/ham-piserse-yanar.html

 

 

13 Mart 2024 Çarşamba

Ham, Pişerse Yanar!

 

Ham, Pişerse Yanar!

            Amaçlarına, başarıyla ulaşanlar minnet duyar, şükreder. Genlerinden, fıtratından, istidadından gelen bilgi ve yeteneklerle insan ne olabilecekse onu olmalı, kendini gerçekleştirmelidir. Eşyanın bile olgunluğunun ortaya çıkışı, eşyanın hamt etmesidir. Bâtının, zahire çıkışı için Allah hidayet eder, yardımcı olur ki, kendisi methedilsin, şükredilsin. Her şey bir âlemdir. Âlem ilmi kapsar. Kendi ilminin idrakine eren kişi maddesinin, nebatat ve hayvanatının kıymetini bilir, insan olduğuna şükreder, kemale erişine hamt eder, kendisine daha fazla hidayet edilmesi için dua eder. Hak, kuluna tecelli eder. Ruh nuruyla, ilmin idrakiyle, hakiki hayatla diriltilen pişmiştir, artık hep yanar!

“Sana, takdir, temizleme ve tasfiye ile bir anlamda olgunluğun her çeşidinin, büyük kıyametin koparcasına olgunlaşmanın, sende bulunması ve fiilen açığa çıkarılması için hidayet etti.” (87 Âlâ, 3) “Ey müminler, o küffarı siz katletmediniz lâkin onları Allah katletti.” Bu ayetle müminlerin fiillerini kaldırıp Allah'ı ispat ederek, onları tevhit-i ef'ale hidayet etti.” (8 Enfal, 17) “Hakiki iman edenlerdenseniz, müminseniz, O’nun emrini kalbinizin iradesiyle kabul edebilmenizin kolay olması amacıyla, O’na ve resulüne nefisleriniz sıfatını yok ederek, fenası ile yok bilerek,  yok olduğunun idraki ile itaat ediniz. “Habipim, kâfire toprağı attığın zaman onu sen atmadın ancak Allah attı” örneğinde olduğu gibi, fiili kendinize nispet etmeden, nefsiyle değil Allah ile atan Muhammet’tir idrakinde olduğu gibi itaat ediniz. Bir bütünün parçası olduğunuzu idrak ederseniz, parça ile bütün iki etmez! “Eşyanın, tüm mevcudatın, söz ve hal diliyle hamt etmesi, amaçlarını gerçekleştirmesiyle ve olgunluklarının zuhuruyla, ortaya çıkarılmasıyla, olur. Mevla’ya hak ettiği şekilde, methederek, minnet duymak ancak gayelerine kavuşanlarca olur. Bütün mevcudat, kendine özgü özelliklerinin kemallerini, olgunluklarını, kuvveden fiile çıkararak, tasarımdan uygulamaya geçirerek, (Isra, 44 te de belirtildiği gibi) Hakkı tespih ve hamt eder. Eşyanın tespih etmesi, Hakkın birliğine delalet ederek, delil olarak, Hakkı şirkten, noksan sıfatlardan ve acizlikten tenzih etmekle olur. Rahman olarak, sağlık ve rızık gibi zahiri ve genel nimetleri veren; Rahim olarak da bilgi ve ilim gibi Bâtıni ve hususi, özel nimetleri verendir. Hakk’a alâmet, işaret, olan ve Hakk’ın bilinmesine sebep olan her şeye âlem denir. Âlem kelimesi, Hakkın gölgesi olarak bilinen ve eşyanın kaynağı olan, ‘ilim’ manasını kapsar. Eşyanın, var olan her şeyin, ilmin zuhuru, zahire çıkışı ile olduğuna Akıl şahittir. İzafi, değişken, var olup yok olabilen eşyanın, maddenin, fena bulup fani oluşu, hıfzedici, hafızası olan ve Hakkın Kabzası denilen Akılda tutuluşuna bağlıdır. Celali nazar, bakış ile eşya kendi özelliğiyle de tutulur; aslı, esası, özü ve hakikati olan Hakkın Gölgesi Vücut olarak da tutulabilir. Akılda Hakkın Vücudu olarak tutulduğunda, Hak kullarına kelamında sıfatı ile tecelli etmiş olur. (1) Kul, Hakkın kuvvet ve kudretini görerek, kuvvet ve kudretin Hak’tan başka kimsenin olamayacağını idrak eder. Böylece, Hakka, Hak ile ibadet edileceğini anlar ve her vecihten, yüzden, Hakkı müşahede ederek, daim namazda olurlar. Marifet, bilgi, muhabbet, sevgi ve Hakkın Zatına Hidayet olan bu Sırat Köprüsü, kendilerine genel ve özel nimetler verilen; evvelde, ahirde, zahirde, batında, Hakkı Şuhut eden, gören; Nebinin, sadıkların, şehitlerin ve evliyanın yoludur.” (1 Fatiha Suresi)

“Mearic, Miraç, mutluluk halleri demektir ki, o da itidal ile tabiatlar, ilim, his ve huylar makamından maden, cemadat, makamına, sonra nebatat makamına sonra hayvanat makamına yücelirler. Sonra hayvan makamından bazısı bazısının fevkinde, üstünde, mertebelerde, derecelerde, insan makamına yücelirler. Sonra nefis menzilinden ve kalp menzilinden ehli sülukûn işaret eylediği intibah, uyanıklık,  yakaza,  tövbe, inabe eder, hak yoluna girerler. Mürşide biat ederek sülük menzillerine girer, sonra fenayı efal ve sıfat mertebelerinde ta fenayı zata kadar la buud, helak olma ve la yehza, uyanıklık, terakki mertebelerinde yücelirler.” (70 Mearic, 3)

“Biz onları, manevi olarak ihya ettik, hakikatte, hakiki ilimle, yeniden dirilttik. İstidatlarında, fıtratlarında, kendilerine verilmiş olan mananın, zatlarına, kişiliklerine, gizlenmiş hakikatin, ilmin, ibraz edilmesi, ortaya çıkarılması, fiilen gerçekleştirilmesiyle; kâmil olmaları, olgunlaşmaları için, yeniden diriltildiler ki bu diriltme intibahın evveli, yakaza hali olarak bilinen, gaflet uykusundan uyanış, pişmeden önceki haldir.” (18 Kehf, 19) “Nefsin zulmet gecesi insanlara libas, elbise, kılınmıştır. Bu zulmet, sizi istila ederek, Hakkın zat, sıfat ve gölgesinin müşahedesinde, sizi setir eder, örter. Siz hakkın zat, sıfat ve gölgesini müşahede ediyorum diyerek meşgul olur, var olduğunuzu zanneder, düşünür durursunuz. Sizi, hayat ve dünya da, böylece, gaflet uykusunda uyutur. Hadisi şerif: “Bütün insanlar uykudadırlar, ölünce intibah ederler, pişerler, uyanırlar.” Uykudayken, “Daimi hakiki hayattan” gafil kalırsınız. Kalpleriniz, ruh nuruyla, ilmin idrakiyle, hayat bulunca, his uykusundan uyandıktan ve piştikten sonra,  kutsal âlem fezasında intişar eder,  güneş gibi yanıp, ışık ışını gibi yayılıp,  dağılıp, yanarak yaşarsınız.” (25 Furkan, 47)

            İnsan, Hak yolunda helak, fena bulup yok olmakla ihya edilmeyi hak eder. Seyri süluk veya sırat köprüsünden geçen, müminin namazı miraçtır denildiği anlamda, Miraca çıkabilir ve Hakkın kuluna tecellisine tanık olabilir. Kendini bilen, nur içinde Rabbini bilir.

            Umarım, biz de hamlığımızı bilir, pişmeyi idrak eder, yanmayı sürdürebiliriz!

                                                           Necdet Altınay 16032024

 

(1)   http://necdetaltinay.blogspot.com/2024/02/ozgurluk-hakknzdr.html

 

28 Şubat 2024 Çarşamba

Özgürlük Hakkınızdır,

 

Özgürlük Hakkınızdır,

            Hakikati idrak etmesi amacıyla yaratılıp donatılan insan, buluğ çağına geldikten sonra kendini bilmek için olgunlaşmayı seçip seçmemesi konusunda serbest bırakılmıştır.  Bireysel, kendine özgü, yetki ve yetenekleriyle, verilen akıl, fikir ve düşünme gücüyle ya nimetlerin peşinde koşup verilenleri alıp gidecek ya da geriye dönüp nimetleri vereni arayıp bulacaktır. Bireysel bencil fiil, sıfat ve vücudunu, Nefis, Kalp ve Ruhunun sonsuz rengiyle, kendi çapında kullanmayı seçerse, her alanda sınırlı kalacaktır. Nimet, yetki ve yeteneklerinin kaynağına yolculuk yapmayı seçerse, elindeki emanetleri teslim edecek, yerlerine Yaratıcının fiil, sıfat ve vücudu, kullanmasına izin verilecek ve özgürleşecektir. Bireysel düzeyde, kabzetme ve bastı, darlıkla azlığı ve bollukla bereketi, hak ettiği ölçüde verilir. Az ile yetinebilir, bedensel olan Mevt ile cismani hisler olan hayatı, hafızası olan Akılla yani Hakkın Kabzasıyla, elinden alınarak bolluk ve ferahlık da yaşayabilir.

 “Şuurunuzun, nasip ve kısmetinizin açılıp kapanması elinizdedir, düşüncelerinize ve yaptıklarınıza bağlıdır. Siz kendi sıfatlarınıza karşılık olarak Hakkın sıfatlarını indirebilirsiniz. Bireysel ve bencil sıfatlarınızdan vazgeçerseniz, Hakkın sıfatlarıyla sıfatlanırsınız. Hakkın sıfatlarının nüzulünü ve sizde zuhurunu talep edebilirsiniz. Elinizde mevcut olanlara kıskançlık edip etmemenize bağlıdır. Allah, kıskançlığınız kadar size darlık ve azlık, cömertliğiniz kadar misliyle size bolluk ve çokluk verir.” (2 Bakara, 245) “Cebrail, insan aklı ve fikri; Mikail, bitkilerin ruhu ve aklı; İsrafil, hayvanatın ruhu ve aklı; Azrail, insan ruhu ve aklıdır, vakti zamanı gelince, kabzederek, Allah’a teslim eder.” (2 Bakara, 87) “Ölüm Meleği, iyi ahlak sahibi, hayır ehli, Salih kişilerin ruhunu, halim, selim, mülayim görünerek, kabzeder ve buyurun cennete der. Kötü ahlak ve çirkin sıfatlı, şer ehli şakilerin ruhları, korkunç görünümlerle kabzedilip cehenneme gönderilir. Nefis perdelerinden kurtulup kalp makamına eren, fıtratının aslına dönüp nurlanan kalp sahiplerinin ruhları, kamu vicdanı da denen ölüm meleği tarafından ayrıca kabzedilir. Kalp makamından Şuhut mahalline yücelen ve Rableri ile kendi aralarında perde kalmayan tevhit ehli kişilerin ruhunu Allah kabzeder ve onları nefsine haşreder.” (3 Ali İmran, 97; 32 Secde,  11; 39 Zümer, 42; 19 Meryem, 85; 16 Nahl, 28) “Olgun bir insanın Kalbinin, Nefsine tam hâkim olması, nefsin Gazap ve Şehvet Kuvvetlerinin her çeşidinin tümüne dirayetle Hükmetmesi ve vücut Memleketini, birlik, dirlik ve beraberlik içinde iyi idare etmesi beklenir. Hükmedemez ve hâkim olamazsa, bu Kuvvetler, işbirliği ve eşgüdüm içinde, kalbi esir edip, kuvvetlerin her biri kendine özgü lezzetleri talep edip, bölünüp, birbirleriyle savaşarak, Kalbi kabzetmeye kadar götürebilir.” (6 Enam, 65) “Kulların istidatlarına muttali olan Allah, kullarından dilediğine rızkı çoğaltır ve genişletir ve dilediğine, kabzedip, darlık verir ve noksan eyler.” (13 Rad, 26) “İzafi vücut ile gölgenin nasıl uzatıldığının farkında mısın?  Bil ki eşyanın mahiyeti, aslı, esası, özü ve ayan, apaçık, olanın hakikati yani ilmi, “Hakkın gölgesidir” ve “Mutlak vücudun” sıfatının âlemi oluşturmasının işaretidir. Görünen eşyanın hakikati olan ilim, Hakkın gölgesidir. Eşya, Mutlak vücudun sıfatlanmış halidir. Vücudun hakikatinin sabit bulunduğu yer Ümmül Kitaptır, Levhi Mahfuzdur, Gaip, adem, Yokluk Alemidir, Hakkın Hazinesidir. Gölgenin uzatılması, ilim ile her şeyin zahir oluşudur.” (25 Furkan, 45)

“Gölge uzatılarak, Hakkın kendisi, yoklukta gizlenmekten izafi vücut fezasında bariz olmuş, görünmüştür. Hariçte zahir olan vücuttan ibaret olan nur ismi ile eşyanın ve görünen mevcutların, ezeldeki ilmin halinin izhar edilmesidir, açığa çıkarılmasıdır. Mevcutlar nur ile hariçte zahir olur görünür.  Mevcudat, ezeldeki ilmin izhar edilmiş halidir. Yokluk, adem, vücut hazinesidir, sırf yokluk değildir. Hakkın ilim ve gaip hazinesinde olmayan bir şey asla zahir olamaz, vücudu mümkün olamaz. Her şey, icat ve ıslah,  gaip âleminde sabit olan şeyi izhar ve ifadan ibarettir. «îcâd ile idam, yok etmek»,  ancak gaipte sabit olan şey'i izhar ve ifadan ibarettir, başka bir şey değildir. Sonra ‘akıl güneşini’ ‘Vücut gölgesi’ne delil kıldık. Akıl delili, ‘Gölgenin Hakikati’nin, ilminin, ‘Gölgenin Vücudu’nun gayri, başkası, olduğuna şahitlik eder. ‘Akıl güneşi’ delalet etmezse; ‘gölgenin vücudu’  ile  ‘hakikati’, ilmi, arasında ayrılık olamaz, bu durumda Vücut, mevcut olur. Hâlbuki hiç bir ‘şey’ kendiliğinden mevcut olamaz. Zira zıllin,  ‘gölgenin vücudu’ olmasa ‘şey’ olamazdı. Kısaca, gölgenin vücudundan gayri bir şey mevcut olamaz. Zira gölgenin vücudu olmasa şey olamazdı. Binaenaleyh zillin, gölgenin, ilmin, vücuttan gayri bir şey olduğuna ancak akıl delalet eder. Sonra zilli ifna etmekle,  kolayca bir kabzetmek ile o zilli biz kabzederiz.  Zira mevcudattan her anda fâni olan her bir ‘şey’in fena bulması geçmişine, oluşumuna, kıyasla daha kolaydır. Her kabzedilen şey de zaten az sonra başka bir mazharda zahir olacaktır. Kabzetmenin, ifnanın, görüneni ıslah etmek değil, belki o şey’in suretini ve hakikatini,  ezelden ebede hıfz edici hafızası olan akıldan ibaret «Hakk’ın kabzasında» öyle intişardan, yanmak, ışımak, parlamaktan, men etmektir. Zahir de, batın da O'dur. O her şey’i bilicidir.” (25 Furkan, 45, 46) “Marifetinin hakkı ile Allah'ı arif olmadılar. Allah'ı nefislerinde tasvir, takdir ve her nasıl tasavvur ederlerse, o tasavvur ettikleri şey, kendileri gibi mahlûktur. Hâlbuki Arz, Hükümdarlığının kahredici kudretinin kabzasında ve tasarrufundadır. Gökler de O'nun kudretinde ve kahrındadır, dilediği gibi tasarruf eyler ve onlarla dilediğini işler. Tevhitte fena ve kıyameti Kübra gününde şahidin Şuhut’undan gökleri dürüp ifna, yok, eder. ‘Tevhit Şuhut’unda, görüşünde, eşyanın tümü fanidir. Her tasarruf, fiil, Hakkın kudretiyledir, her sıfat Hakk’ın sıfatıdır. (39 Zümer, 67) “Mevti tabii beden ile olur ve hayat, cismani hislerle yaşanır.  Başka mevt ve hayat yoktur.” (45 Casiye, 24)

Maddenin tümü, bilimsel olarak da izafidir, gözlemciye göredir, her anı değişkendir; hakikati, ilmi, değişmez ama şekli her an değişim içindedir. Tabii Mevt bedensel, hayat ise cismani hislerdir. Hakkın Kabzası olan hıfzedici, hatırlayıcı akıl, mevcudu bir şekilde tutar, eşya fani olup fena bulursa, oluşumuna kıyasla kolayca akılda bireysel haliyle intişarı, ışıması, yanması, men edilip yeni, Hakkın fiili, sıfatı ve vücudu, haliyle tutulur o kadar. 

Umarım biz de hıfzedici aklımızda Hakkın Hakikatinin yanmasını idrak edebiliriz!

Necdet Altınay 02032024

14 Şubat 2024 Çarşamba

Allah, Yaşayandır!

 

Allah, Yaşayandır!

İnsanlar, ezelde, daha saf ve temizdi belki de. Kalplerden tozu toprağı, kiri, pası, silmek, temizlemek bugünkü kadar zor değildi. Gittikçe nefsanî lezzet ve zevklerin çoğaldığı gözlenebilir. Emme basma tulumba misalinde; su, önceleri yüzeyde olabilir, tulumbaya bugünkü kadar su doldurmak gerekmeyebilir. Evvelde, düşünüldüğünde, her şeyin ardındaki ilim kolayca görülebilir, idrak edilebilirdi. İnsanların içi dışına aksedebilir, yansıyabilirdi. Bugünlerde, ‘şey’lerin ardındaki ilmi açığa çıkarmak için, daha derin düşünmek, tefekkür etmek gerekli olabilir. Kendini huzurda, huzur içinde ve huzurlu hissedenler, içindekileri dışına çıkarmakta zorlanmaz. İçindeki güzel düşünceler, akseder, nakşolur, nakış olur, açığa çıkar, sanat olur. Kalpteki sevgi çevreye yansır. İçtekinin dışa yansıması, aksetmesi, sanat ve mimarlık olurdu. İlk insanların, Doğada, korktukları için Tanrı fikrine sığınmalarını düşünmek tarihi yanılgı olabilir. Tanrı, yansımış kulu olmuştur. Tanrı kulunu sevdiği, bildiği ve gördüğü için kul da Tanrıyı sever, bilir ve görür. Bu da gerçek bir yansımadır. Halk, aynen Haktır, batını Hak, zahiri Halktır; Hak, Halk olarak görünür!

“Vücutta evvelde, ahirde, zahirde, batında, Allah’tan başka mabut, ibadet edilen, yoktur. Ondan başka her neye ibadet olunsa ibadet, başkasına vaki olmaz. Bilinsin bilinmesin hep O'na ibadet edilir. Çünkü O'ndan başka mabut ve mevcut yoktur. Her mevcut olan O’nun aynadaki aksidir, aksetmesi, yansımasıdır. Allah, hay yani diridir, var olandır, diri olandır, canlı olandır, yaşayandır. Hayatı, zatının aynı ve her hay, diri olan şey ancak O’nun hayatıyla hay olur, diriliğiyle diri olur, canıyla canlanır. Allah, nefsiyle kaim olan, duran, kayyumdur, hakemdir. Ve her kaim olan şey, onunla kaimdir, kendi adına O’nun yerine geçer. Allah'ın kıyamı olmasa bir şey vücutta kaim olmaz; hayatta kalamaz, ayakta duramaz, kimse kimsenin yerine geçemez.” (2 Bakara, 255) Allah, kulunu sevmeden, Kul, Allah’ı sevemez! Kul, Allah’ı sevmedikçe, Allah kulunu sevmez! Ya kulum, seni zikrettiğim gibi sen de beni zikret! Önce, ezelde, Allah kulunu sevmiş de yaratmıştır ki kul Allah’ı sever! Allah, yokluk aynasına bakmış da Vücudu, mevcudat olarak görünmüştür! Görünen, Görenin Görüntüsüdür! Allah’ım ne büyüksün, Ben diye de görünürsün!

“Kitabı indiren Allah, sıfatlarının tümünün, nefsinde uygulanıp gerçekleştirilmesi nedeniyle, nefsine mutmain, tatmin, olarak şükretti. Şükrettiği nefsi, Abd-i Hu, kulu, olarak, Muhammet’e tahsis etti. Yani, İlahi olgunluk, Celali ve Cemali sıfatların tümünü, Muhammet’in zatı, vücudu, üzerinde izhar etti, zahir kıldı, gerçekleştirdi, ortaya çıkardı, yaşattı. Bu zahir ediş, Muhammet’i, Mutlak kemali, olgunluğu, olgunluğun istidadını bilfiil Muhammet üzerinde uygulamak demektir. Kuran’ın MUHAMMET’E inzali: hakikatin ve vahdetin tümünün, gizli hazinesinden, insan nesli üzerine ibrazı, aktarımıdır. Kitapla cem'in ibda'ı, yaradılışı ve hakikatin ibrazı, nüzul ve ûruç, iniş ve yücelme, itibariyle bir yansımadır. «İnzal» hakikatte: Allah’ın, «Nebi’sine hamt etmesidir.» Zira «ğaybul-ğaybte»  gizlenmiş olan manası, MUHAMMED’İN kalbine inzal olunmadıkça, inmedikçe, «MUHAMMED’İN ALLAH’A HAK hamdiyle hamt etmesi» mümkün olmazdı.” (18 Kehf, 1)

“Hak Teâlâ, «O, abd-i kâmilini, olgun kulunu» Muvahhit, tevhit eden mümin ve Hak’ta fâni olmaları için «Kayyum» yani emrettiği gibi istikamet sahibi kıldı. Yani, MUHAMMED’İN, tüm insanların bazılarını kahrı ile korkutup kötülükten alıkoyarak, bazılarını lütuf ile müjdeleyerek, gazap ve şehvet sıfatlarının, şecaat ve iffete dönüşmesi için «Allah» «MUHAMMED’İ Kayyum kıldı».” (18 Kehf, 2) “Müminlerin tümü, hay ve kayyum olan Zat’a teslim oldular. Hepsi Hay ve Kayyum’un kudret ve kahrına tabidir ve mülkünün esaretindedir. Ne kendi nefsiyle ve ne de gayri bir şeyle hayat bulur, ne de kaim olur. Hayat ve kıyamı, ancak Onunladır. İstidadını körelten ve fıtratının sefasını sürmeyerek «nefsine zulüm» edenin yüzü kararır ve karalığı sebebiyle «nuru kabul etmek imkânı» ortadan kalkan kimse, muhakkak Hakk’ın nurunun rahmetinden ve şefaat edicilerin şefaatinden mahrum kalmıştır. Temizlik ve arınma ile güzel ameller işleyen kimse, hakiki imanının kalıcı olması halinde, kendisinde hâsıl olan kemalin noksan olmasından korkmaz.” (20 Taha, 111, 112) Fıtratın sefası sürülmelidir.

Bir süre nefis orucu tutanda, Gazap ve Şehvet kuvvetleri şiddetlenir. Şeb-i Aruz, Gerdek Gecesini ve Hz. İbrahim’in ‘Rabbim ölüleri nasıl dirilttiğini göster’ nidasını hatırlatır. Kendi âleminde, kibir Kartalı, hırs Kargası, gösteriş Tavusu ve obur Kazın sıfatlarını yaşayarak çevresinde dolaşır. Halden hale geçip, her anda bir şende olarak, sevmek istediğinde sevilmek isteyen bir eşi, tüm canlılar arasında, arar. Nutuk yeteneğiyle aradığı nitelikte birini bulur. İşbirliği içindeki Gazap ve Şehvet kuvvetlerinin, Nutuk kuvvetine yardım ettiğinin farkındadır. Aramada baş döner, canavar nefis azar, beşer akıl şaşar, gönlü akar, bendini aşar, göz güzel çirkin görmez, kulak doğru yanlış dinlemez. Arayan sonunda bulur, çünkü ondan sonra aramaz. Çok sev ki seni sevsin, hem sevilmek istesin. Sevilmek isteyeni sevmek aşka gider. Artı ve Eksi yüklü elektrik ile Güney ve Kuzey kutuplu manyetik kuvvetlerin buluşup kavuşması misali, öyle bir süre geçer ki zıt kutuplar kaybolur, Birlikte Benlik kalmaz, gerdekte kendinden geçer. Halden hale geçişler son bulur, aşırılık gider, kişilik biter. Sevgi, aşk ısıtıp yakmış, akıl yitmiş, kalp atışı, kan akışı hızlanmış, Nefis, tatmin, mutmain olmuş. Maddeden soyunup, arınır, fani olup fena bulur, kalbe, ruhun nuru, ilmin idraki yansır, halin hoşluğu tüm varlığı kaplar. Vahşi kuşlar ölür, küllerinden yeniden doğuşta, onların yerini; kibirsiz, hırssız, alçak gönüllü, kanaatkâr, kalbe ruhtan haber veren güvercin ve muhabbet kuşları alır. İnsanı esir eden kuşlar gitmiş, hizmet edenler gelmiştir. Gazap ve Şehvet, yırtıcı kuvvetler ölür, Şecaat ve İffete dönüşür. İstidat gerçekleşir, fıtrat sefası ‘Benliksiz’ sürülür. İnsan, yansıma sonunda, şükür ve zikir ile olgunlaşabilir!

Umarım, biz de küllerimizden yeniden doğup, Hakka, idrakle, vasıl olabiliriz!

Necdet Altınay 17022024

31 Ocak 2024 Çarşamba

Sevgi, Varoluşun Temelidir!

 

Sevgi, Varoluşun Temelidir!

Altın ve demir gibi ağır metallerin oluşumu için Güneşin basınç ve sıcaklığının yeterli olmadığı bilimsel bir gerçektir. Güneş sisteminden önce bu bölgede bir Nötron yıldızının veya Süpernova'nın olduğu, çok büyük bir sıcaklık içinde ve basınç altında, en parlak döneminde patlayıp geniş bir çevreye, büyük bir toz ve gaz bulutu şeklinde, ayetin dediği gibi ‘atılmış yün ve pamuk misali’ dağıldığı da bir gerçektir. Kısaca, Nötron yıldızı, parlak bir ışık iken, Güneş sistemi halinde; Batı’dan, maddeden tekrar doğmak üzere, gurup etmiş, Dünya oluşmuştur. Işığın içindeki elektrik, manyetik ve elektromanyetik kuvvetlerin, izdihamı, toplanmasıyla, kütle kazanıp cisimleşmiş, maddeleşmiş ve bedenleşmiştir. Bedenimizde bile, bu nedenlerle, ağır metaller bulunabilmektedir. (1) Çeşitli atomlar, Evrenin ilk oluşumundan gelen, bilgi, sevgi ve muhabbet kodlarıyla, DNA’mızı oluşturmaktadırlar. Din de Bilim de bunu böyle açıklar!

“Tevhit İlmi Kitabı, sevgi ve muhabbet koduyla, enerjiye yüklendi ve ilk indirilen cevher zuhur etti, ortaya çıktı. De ki: Bilinmek, için kâinat yaratılmıştı, tevhit benimle kemal buldu, sevdim, sevilen, sevgili oldum, fıtrat benimle amacına ulaşmış oldu. Böylece benim tevhidim ve muhabbetim olgunlaştı. Ruhun, tevhit ilmi olarak idrakiyle, ruhta vahdet ve kalpte muhabbet tam oldu, nefiste de adalet zuhur etti. Vahdet, muhabbet ve adaletimin kemali nedeniyle sevildim habip oldum. Tevhit İlmi habibullahın hakkı oldu. Hak, Muhammed'le zahir oldu. Hak, zahiren ve batınen Muhammed’dir. Zira kalbin tecerrüdü, sıyrılıp soyutlaşması, ilmin zuhurudur.” (42 Şura,1,2; 17) (55 Rahman, 19) “Hakk’ın delili, gölgesi, olan tevhit ilminden halk edilen ilk cevherin; Celalî nazarla hayâsından, edebinden, taşıp yayılmasından sonra, uygulanmış olarak açığa çıkan; ilmi hıfzedici kuvvetlerin izdihamıyla, temessül ve tecessüm ettiniz, cisimleştiniz. İlimden başka bir şey olmayacak şekilde, bedenleştiniz.” (25 Furkan, 45) “Elçisinin kalbi, kaaf, var olanların tümünü kapsayan arştır; elçinin aklı, kesrette var olanların tümünü ayrıntılarıyla ve fiile çıktıkça bilir, her şeyi kapsar, ilmine erer. Arzda vücut bulup mevcut olan ve fıtratlarını gerçekleştiren her şey önce istidatları ile arşta var olur. Arşta istidat olan, arza fıtrat olarak iner.” (50 Kaaf, 1) “İlim Kalbin malıdır, ruhtan ilmi sevgiyle birlikte alır, ilmi sever ve sevdirir, Kalp ilim ile önce kendini güçlü kılar, güçlendirir, bilir ve sever, sevdikçe bilir, bildikçe sever. Kalp, ilim ve sevgisiyle, ruhani kuvvetleri besler, nefsanî kuvvetlere vererek, zekâtını vererek, onları ruh babalarından yetim bırakmaz böylece onları, şehvet ve dünya esaretinden kurtarır, gayra nazardan nefsini temizler.” (2 Bakara, 177) “Takvadan zırh yapmak için Davut’a zırh yapma sanatını öğrettik. Takva ne kadar güzel, kuvvetli ve metin bir zırhtır.” (21 Enbiya, 78-83) “Takvanın tüm mertebelerini geçenler takvada kâmil olurlar. Önce efallerinden, fiil, iş ve eylemlerinden sonra sıfatlarından ve zatlarından, yani vücutlarından, sakınırlar. Kamil takva sahipleri, Allah’a ve kullarına dostturlar, muhabbetleri bakidir. Takvanızın mertebelerini Allah bilicidir. İman, Bâtıni ve kalbîdir, İslam ise zahiri ve bedenîdir. Hakiki iman, şek ve şüpheden arınmış kalpte sabitleşen ve kararlaşan yakınlaşmadır.” (49 Hucurat, 13,15) “Takvanın evvel mertebesi, haramlardan sakınmak,  ahir mertebesi,  benlik ve ikilikten sakınmak olduğu gibi tövbenin de evveli günahlardan rücû, ahiri de vücut günahından rücûdur.” (66 Tahrim, 7,8)

“Marifet mahalli ve Rahman’ın arşı olan kalbin vücudu; ancak ruh nurunun, ilmin idrakinin ve nefis zulmetinin uyumlu karışımı ile olur. Kalp, ruh ve nefsin toplam karışımından doğmuş bir mevcuttur. Nefsin bedenselliği olmasa kalpte manalar anlaşılıp zapt olunmaz. Nitekim ruh makamında yalnız safa ve nurluluktan, manalar, zapt ve beyan olunamaz. Ruh, kalp, nefis bir hakikattir. Beden, hayvani ruh ve hayvanî kuvvetlerin cümlesine nefis denilir. Bu nedenle nefsin takvası insanlara farz olmuştur.” (91 Şems, 4-8)

Haberleşmede, baştan sona, ilk ve son mesajın anlaşılması süreci bir bütündür. Harflerden olan kelime, kelimelerden oluşan ifade, ifadelerden çıkan anlam ve toplam mana bir bütündür. Harf ve kelimelerden oluşan bir Kitabın dediği ve demek istedikleri bir bütündür. Her haber, mesajlar, mesajları gönderen ve alanlar, mesajlara anlam verme ve anlamlardan bir mana, bir haber çıkarma işlemleri, bir bütündür. Elektronik bir mesajı ‘göndermeç’ gönderir, ‘almaç’ alır, depolanan bilgiler hafızadan alınıp hatırlanır, manalar verilir, anlam kazandırılır. Elektronik mesaj, fotonlardan oluşan ışığın bir ışını halinde gönderilir. Elektrik, manyetik ve elektromanyetik dalga ve parçacık halinde yayılan ışığın ışınında kodlu halde giden veya gönderilen mesaj, bir almaç, örneğin bir sonraki nöron hücresi, tarafından algılanır. (2) Her algılayan ‘almaç’ mesajı anlayıp tekrar kodlayıp gönderir. Bu olaylar mesajın gideceği hedefe kadar tekrarlanır. Hedefe varan mesaj, son defa algılanıp depolanır. Örneğin beyinde toplanan mesajların tümü depodan alınıp anlam kazandırılır. Bilgisayar örneğinde, ‘0’ ve ‘1’ler halinde kodlanan mesajlar, depolanıp bir bütün halinde anlam kazandırılmasa, ‘0’ ve ‘1’ler bir anlam vermezler. İşte ayette geçen “Nitekim ruh, ilim, makamında yalnız safa ve nurluluktan, manalar, zapt ve beyan olunamaz. Ruh, kalp, nefis Bir Hakikattir” ifadesi anlam kazanır. Bedenleşme ve kütle kazanım yani maddede ilmin, ışığın, gurup edişi, olmasa, ruh ve ilim anlaşılmaz, Nefis olmasa, Kalp ve Ruh anlaşılamaz. Bu nedenle ‘Ruh, Kalp, Nefis bir Hakikattir’. İlk önce Sevgi kodlarıyla kodlanıp indirilen Tevhit İlmi Güneşi, Nefsanî Bedene dönüşen Ruh, Kalpte İdrak ile uygulanmış ve anlaşılmıştır. Ruh, bedende grup etmese ve tevhit ilmi Güneşi Batı’dan doğmasa, Kalpte idrak edilemez.

“Allah’ın bilgisi, sevgisi ve yardımından, ibaret olan Sırat Köprüsü; kendilerine özel olarak verilen nimetle, evvelen, ahiren, zahiren ve bâtınen, Hakkın baki yüzünü Şuhut edip, müşahedelerinde fani vücutlarından gaip, yok, olan Nebi ve velilerin yoludur, takva ve seyri süluk da denebilir.” (1 Fatiha) Varoluş sürecinin tümü, İnsan için tasarlanmıştır. Din ve Bilim aynı Hakikati söyleyip açıklar. Evrenin ilk anında, sevgi ve muhabbetle kodlanarak ortaya çıkan ve Tevhit İlmiyle, DNA misali, sarmaş dolaş olan, kudret ve kuvvetler, toplaşarak kütle oluşturur. Kütle, Boşluğu büker, ışığı çeker, maddeleşme oluşur, ruhun ilmi Kalbi, Kalbin idraki Nefsi oluşturur. İnsan, Hakikati idrak ederek nura, ilme kavuşur.

Umarım, aklımız Batı’dan doğan Güneşle Tevhit İlmini anlar, Kalbimiz de idrak eder!

Necdet Altınay O3012024

(1)     http://necdetaltinay.blogspot.com/2024/01/varolusun-hassas-dengesi.html

(2)     https://pursuit.unimelb.edu.au/articles/reading-the-body-s-electrical-signals-to-treat-illness

18 Ocak 2024 Perşembe

Nefsanî İbadet

 Nefsanî İbadet

 

Cemadat, Nebatat, hayvanatla İnsan,

Oluşturur Evreni, baştanbaşa her an,

Yoktur tesadüf, yalnız insana verilmiş,

Nutuk ile olmuş insanı kâmil ve ermiş.

 

Nefsiyle kaim, vücuduyla mevcut biz,

İlmiyle âlim ve de arif olursak, biliriz,

Yoktur gayrisi, zanlarımızla şirk ederiz,

Beşer aklıdır şaşar, biliriz zannederiz.

 

Yalnız akıl bilir mevcutla ilmin farkını,

Şey’in olamaz ismi cismi resmi ilimsiz,

Akıl çözer, mevcudat ile ilmin çarkını,

Hak gölgesidir ilim, var olmaz bilgisiz.

 

Gölge uzarsa, vücut mevcudata döner,

Akıl Güneşidir kanıtlar, olmazsa söner,

Her varlık bilgisinin küpüdür, özü bilgi,

Maddeden soyun, akıl yaşatsın idraki.

 

Kalbin parlak bölümüdür bilendir Akıl,

Hakkın elidir, akıl, tutar, kalamaz atıl,

Her an yeni bir şendedir, yeniyi tutar,

Tutarsa Hakkın eli Hakkı, Benliği atar.

 

Böylece, zannı bırakıp hakikati tutuş,

İbadettir hem, ‘Bencillikten’ kurtuluş,

Fani oluş, fena buluştur işte bu tutuş,

Hakkın eli akıl Hakkı tutarsa vasıl oluş!

            Necdet Altınay 17012024