30 Nisan 2025 Çarşamba

Hakiki Fail Allah’tır!

 

Hakiki Fail Allah’tır!                          Necdet Altınay, 03052025

            Atatürk, Kuranın en iyi Tercümesini, Tefsirini, Mealini ve Tevilini Türkçeye çevirtmiştir. Okuyan anlasın, uygulasın diye. “Allah ü ekber, Allah Büyüktür!” herkes bilir. Anlamı çarpıcıdır. ‘Allah o kadar büyüktür ki, O’nun olduğu yerde, ‘başka, ikinci bir varlığın’ değil bir zerresine, o zerrenin sevgisi gibi manasına bile yer yoktur’ anlamındadır. Zaten, Anadolu’da, ‘gökten iğne düşse gayriye değmez’ denir. Tevhidi Efal, Fiiller, Tevhit İlminin 7 Makamından ilkidir, Sıfat ve Zat Makamları devamıdır, Fail, Mevsuf, sıfatlanan ve Mevcut olan Allah’tır. Gayrisi, bir başkası yoksa mevcut değilse, Fail Haktır, gayrisi yoktur!

“Her hareket bir diğer harekete sebep olur. Hareketler dizisi, bir karşı güce rastlamadığı sürece, zincirleme şeklinde, bir seri halinde, sürüp gider. Tevhidi Efal, Mülk Âleminin tevhididir. Örneğin, Yeryüzündeki bir büyük hareket tüm Dünyayı etkileyebilir, kelebek etkisi görülebilir. Hareket dizisi, en ve boy olarak düşünülürse; en, tüm Dünyanın çapı olarak düşünüldüğünde, boy tüm Âlemi kaplayabilir. Bu açıdan, Hareket, en itibariyle Arzda, Dünyada, Mülk Âleminde mahsurdur, sınırlıdır denebilir. Ama boy itibariyle, Hareket, Mülk Âleminde sınırlı kalmaz, takdir olunamaz. Çünkü Fiil, Sıfatın mazharı yani göründüğü yerdir, sıfat da Zatın mazharıdır. Bu nedenle sıfat ve zatın sonu yoktur, sonsuzdur, sınırsızdır. Efal Cenneti, Arz, Dünya, Haktan başka fail yoktur deyip şirkten sakınanlar içindir. Allah’a vasıl olanların cennetlerinin arzı, eni, boyunun aynıdır, sınırı yoktur, takdir olunamaz.” (3 Ali İmran, 133) “Kendilerine karşı yapılan cinayeti, fiil-i ilâhî gördüklerinden kin ve gazaplarını yutarak itiraz etmezler ve eğer hiç gazablanmayacak olurlarsa,  sıfat cennetinde ve rıza makamında olurlar. İşleri Hak'tan gördükleri ve Allah'ın gazabından affına sığındıkları için, insanların zulüm ve kabahatini de af edicilerdir. Allah, efâl-i ilâhiye tecellilerini müşahede edenleri, gözlemleyenleri, sever. Fiillerini kendi kudretlerinden sadır olmuş görmek suretiyle büyük günahlardan bir günah işledikleri vakit yahut küçük günahlarda nefislerinin zuhuru sebebiyle birini irtikâp ile nefislerine zulüm ettikleri vakit, Allah'ı hatırlayarak günahlarından istiğfar, tövbe, ederler, o ef'âlden Hakk’a sığınırlar.  Ve derhal takat ve kuvvetden uzak olduklarını, Hak’ka arz, günahları olan kendi fiillerini, Hakk’ın fiiliyle setir etmesini, örtmesini, talep ederler. Ve gaflet ve nefislerinin zuhuru zamanında, işledikleri işlere ısrar etmezler, belki işlerinden Allah'a tövbe ve rücû' ederler. Ve onlar Allah'tan başkasının fiili olmadığını bilirler. Tevhit-i ef’âl muktezasıyla, gerekçesiyle, amel edici olanların cezası, ecri, karşılığı, çok güzeldir.” (3 Ali İmran, 134-136) “Tevhit-i sıfata iman edenler ve sıfat hicap, perdelerinden, kurtaran ve tecelliyât-ı ilâhiyede mahıv ile kendilerini tecelliyât müşahedesine lâyık, elverişli işleri yapanlara, Hakk’a sakınıb imân ettikleri ve iyi işleri işlerler. Sonra sıfatları bakiyelerinden sakınarak Hak sıfatının kendilerinden südurunda, tecellisinde, Allah'ı vekil kılarlar ve tevhit-i zata iman ederler. Sonra vücutlarında Allah'ı vekil kabul etmekle, zatları bakiyesinden sakınırlar ve fenadan sonra beka zamanında istikamet ve ayni cemde tafsili, ayrıntıyı, Şuhut etmekle, gözlemlemekle, ihsan ettikleri vakit, yedikleri taamlarında, yemeklerde, kendilerine bir günah yoktur. Allah, ayni kesrette vahdeti müşahede edici ve Hakkın vücudu ile ayni cemde tafsilat hukukuna riayet edici olanları sever.”  (5 Maide, 93)

“Her kime ekvan, varlıklar, hicabı kalkması ile efâl tecelli etti ise o kimse tevekkül eyler, efâl perdesinin kalkması ile sıfat tecelli etti ise o kimse razı ve teslim olur, sıfat perdesinin açılması ile zat tecelli ederse o kimse vahdette fâni ve mutlaka muvahhit, tevhit eden, olur. Muvahhit olarak, her işlediğini ve okuduğunu (Bismillâhirrahmanirrahim) ile işler ve okur. Kısaca: tevhit-i efâl tevhit-i sıfata, tevhit-i sıfat tevhit-i zata mukaddemdir, öncüdür. Hazreti Nebi Sallâllahu Aleyhi ve Sellem, secdesinde, «Yarabbi senin cezandan affına, gazabından rızana, senden sana sığınırım» demesiyle bu üç mertebeye işaret buyurmuştu.” (1 Fatiha, 1) “Yer ve gök madde olmaksızın ve müddetle kayıtlanmaksızın halk edilmiştir. Yer ve gök Allah’ın ilmi ile görünür, vücudu ile mevcuttur. Zaman ve mekân ile sınırlı olan aklın itibarı olmasa arz ve semanın vücudu itibar olunmazdı. Sema ve arz Allah’ın vücudundan ayrı ve gayrı olamaz. Her şey istek ve iradesiyle, “Kûn, Ol!” emriyle oluşur, ancak söz ve ses duyulmaksızın, arada bir vasıta olmaksızın ve zaman geçmeksizin birden, an içinde oluşmaktadır.” (2 Bakara, 117) “Kalp, Ruh ve Vahdet; yani Ef’al, Sıfat ve Zat makamları, Ayetlerde tanımlanır. Kalbin ufku, Ruh Semasıdır. Kalpten ruha çıkmak, kalpten ruh semasına çıkıp sonuna, ufku alaya, apaçık ruha, ufku mübine, açılmak, demektir, ufkun sonuna yaslanmaktır. Değişmesi ve nisyanı, yanıltması, mümkün olmayan, İlmin doğruluğu, sabit ve muhkem, emin oluşu, mertebeler halinde inişi, zanları ortadan kaldırır. Her makamda tekrarlanan, örneğin, Efal makamında, Fena-i Efal, Tevhidi Efal ve Tecelli-i Efal şeklindeki mertebeler, bireysel bencillik zanlarını yok eder. Bu durum, Kutsal Ruhun tesirini gösterir. Resul, var olduğu, zuhur ettiği yerde, böylece, fani olup fena bularak,  gurup ettiği zaman, huzura çıktığında, zahir oluşundan, varlığından, eser kalmaz, itibar edilecek bir şeyi bulunmaz. Kalbin ufkuna çıktığından, vasıl olduğundan itibaren, ufkun en tepe noktasına, ufku alaya, kadar, Kutsal Ruh öğretir. (1) Üç makam, üçer mertebe halinde geçildiğinde, varlıktan, var olma zanlarından eser kalmaz. Resulü, Ruhulkuds, Kutsal Ruh, talim eyledi, terbiye etti, her şeyi öğretti. Nebi, Kutsal Ruhu, en güzel suretinde iki defa görmüştür. Birisi, Hazreti Ehadiyet’e yücelişinde, diğeri oradan inişindedir.” (53 Necm, 1-7) “Her şey belirli ölçüde, şekilde, yerde ve zamanda kendine özgü yaradılış ile indirilir. İlahi nefes rüzgârları, hikmet ve bilgi aşılayıcı, kalplere sefalar verici ve tecellilerin kabulüne hazırlayıcı olacak şekilde estirildi. Vücutta bir şey yoktur. Ruh göğünden hakiki ilimler suyu, ilim yüklü enerji, indirilerek insanlar ihya edildi. İhya edilmezden önce insanın ilim hazinesi yoktu. Hayat-ı ilmiye ile ilmin hayatı suyuyla, fıtrat makamında kıyam ederek, ayağa kalkarak, hakiki hayat ile ihya edilir, insan dirilir. Vahdette fâni kılmakla da öldürürüz. Sizin fenanızdan sonra, baki olan vücutları vâris, sahibi, olanlar; ancak biziz.” (15 Hicr, 16-23)

İnsanı insan yapan her şey verilmiş, genetiğine, fıtratına yazılmış, kazınmıştır. Verilen aklıyla verilen tevhit ilmini idrak ederse, Kendini bilir ve kendini bilen Rabbini bilir!

            Umarım biz de kendimizi bilir, her daim, Failin, Hak olduğunu idrak edebiliriz!

(1)     http://necdetaltinay.blogspot.com/2024/09/insan-yaratcdr.html

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder