Hakiki Fail Allah’tır! Necdet
Altınay, 03052025
Atatürk, Kuranın en iyi Tercümesini, Tefsirini, Mealini
ve Tevilini Türkçeye çevirtmiştir. Okuyan anlasın, uygulasın diye. “Allah ü
ekber, Allah Büyüktür!” herkes bilir. Anlamı çarpıcıdır. ‘Allah o kadar
büyüktür ki, O’nun olduğu yerde, ‘başka, ikinci bir varlığın’ değil bir
zerresine, o zerrenin sevgisi gibi manasına bile yer yoktur’ anlamındadır.
Zaten, Anadolu’da, ‘gökten iğne düşse gayriye değmez’ denir. Tevhidi Efal,
Fiiller, Tevhit İlminin 7 Makamından ilkidir, Sıfat ve Zat Makamları devamıdır,
Fail, Mevsuf, sıfatlanan ve Mevcut olan Allah’tır. Gayrisi, bir başkası yoksa
mevcut değilse, Fail Haktır, gayrisi yoktur!
“Her hareket bir diğer harekete sebep olur. Hareketler dizisi, bir karşı
güce rastlamadığı sürece, zincirleme şeklinde, bir seri halinde, sürüp gider.
Tevhidi Efal, Mülk Âleminin tevhididir. Örneğin, Yeryüzündeki bir büyük hareket
tüm Dünyayı etkileyebilir, kelebek etkisi görülebilir. Hareket dizisi, en ve
boy olarak düşünülürse; en, tüm Dünyanın çapı olarak düşünüldüğünde, boy tüm Âlemi
kaplayabilir. Bu açıdan, Hareket, en itibariyle Arzda, Dünyada, Mülk Âleminde
mahsurdur, sınırlıdır denebilir. Ama boy itibariyle, Hareket, Mülk Âleminde
sınırlı kalmaz, takdir olunamaz. Çünkü Fiil, Sıfatın mazharı yani göründüğü
yerdir, sıfat da Zatın mazharıdır. Bu nedenle sıfat ve zatın sonu yoktur,
sonsuzdur, sınırsızdır. Efal Cenneti, Arz, Dünya, Haktan başka fail yoktur
deyip şirkten sakınanlar içindir. Allah’a vasıl olanların cennetlerinin arzı,
eni, boyunun aynıdır, sınırı yoktur, takdir olunamaz.” (3 Ali İmran, 133) “Kendilerine
karşı yapılan cinayeti, fiil-i ilâhî gördüklerinden kin ve gazaplarını yutarak
itiraz etmezler ve eğer hiç gazablanmayacak olurlarsa, sıfat cennetinde ve rıza makamında olurlar. İşleri
Hak'tan gördükleri ve Allah'ın gazabından affına sığındıkları için, insanların
zulüm ve kabahatini de af edicilerdir. Allah, efâl-i ilâhiye tecellilerini
müşahede edenleri, gözlemleyenleri, sever. Fiillerini kendi kudretlerinden
sadır olmuş görmek suretiyle büyük günahlardan bir günah işledikleri vakit yahut
küçük günahlarda nefislerinin zuhuru sebebiyle birini irtikâp ile nefislerine
zulüm ettikleri vakit, Allah'ı hatırlayarak günahlarından istiğfar, tövbe,
ederler, o ef'âlden Hakk’a sığınırlar.
Ve derhal takat ve kuvvetden uzak olduklarını, Hak’ka arz, günahları
olan kendi fiillerini, Hakk’ın fiiliyle setir etmesini, örtmesini, talep ederler.
Ve gaflet ve nefislerinin zuhuru zamanında, işledikleri işlere ısrar etmezler,
belki işlerinden Allah'a tövbe ve rücû' ederler. Ve onlar Allah'tan başkasının
fiili olmadığını bilirler. Tevhit-i ef’âl muktezasıyla, gerekçesiyle, amel
edici olanların cezası, ecri, karşılığı, çok güzeldir.” (3 Ali İmran, 134-136) “Tevhit-i
sıfata iman edenler ve sıfat hicap, perdelerinden, kurtaran ve tecelliyât-ı
ilâhiyede mahıv ile kendilerini tecelliyât müşahedesine lâyık, elverişli işleri
yapanlara, Hakk’a sakınıb imân ettikleri ve iyi işleri işlerler. Sonra
sıfatları bakiyelerinden sakınarak Hak sıfatının kendilerinden südurunda,
tecellisinde, Allah'ı vekil kılarlar ve tevhit-i zata iman ederler. Sonra
vücutlarında Allah'ı vekil kabul etmekle, zatları bakiyesinden sakınırlar ve
fenadan sonra beka zamanında istikamet ve ayni cemde tafsili, ayrıntıyı, Şuhut
etmekle, gözlemlemekle, ihsan ettikleri vakit, yedikleri taamlarında,
yemeklerde, kendilerine bir günah yoktur. Allah, ayni kesrette vahdeti müşahede
edici ve Hakkın vücudu ile ayni cemde tafsilat hukukuna riayet edici olanları sever.” (5 Maide, 93)
“Her kime ekvan, varlıklar, hicabı kalkması ile efâl tecelli etti ise o
kimse tevekkül eyler, efâl perdesinin kalkması ile sıfat tecelli etti ise o
kimse razı ve teslim olur, sıfat perdesinin açılması ile zat tecelli ederse o
kimse vahdette fâni ve mutlaka muvahhit, tevhit eden, olur. Muvahhit olarak, her
işlediğini ve okuduğunu (Bismillâhirrahmanirrahim) ile işler ve okur. Kısaca:
tevhit-i efâl tevhit-i sıfata, tevhit-i sıfat tevhit-i zata mukaddemdir,
öncüdür. Hazreti Nebi Sallâllahu Aleyhi ve Sellem, secdesinde, «Yarabbi senin
cezandan affına, gazabından rızana, senden sana sığınırım» demesiyle bu üç
mertebeye işaret buyurmuştu.” (1 Fatiha, 1) “Yer ve gök madde olmaksızın ve
müddetle kayıtlanmaksızın halk edilmiştir. Yer ve gök Allah’ın ilmi ile görünür,
vücudu ile mevcuttur. Zaman ve mekân ile sınırlı olan aklın itibarı olmasa arz
ve semanın vücudu itibar olunmazdı. Sema ve arz Allah’ın vücudundan ayrı ve
gayrı olamaz. Her şey istek ve iradesiyle, “Kûn, Ol!” emriyle oluşur, ancak söz
ve ses duyulmaksızın, arada bir vasıta olmaksızın ve zaman geçmeksizin birden,
an içinde oluşmaktadır.” (2 Bakara, 117) “Kalp, Ruh ve Vahdet; yani Ef’al,
Sıfat ve Zat makamları, Ayetlerde tanımlanır. Kalbin ufku, Ruh Semasıdır. Kalpten
ruha çıkmak, kalpten ruh semasına çıkıp sonuna, ufku alaya, apaçık ruha, ufku
mübine, açılmak, demektir, ufkun sonuna yaslanmaktır. Değişmesi ve nisyanı, yanıltması,
mümkün olmayan, İlmin doğruluğu, sabit ve muhkem, emin oluşu, mertebeler
halinde inişi, zanları ortadan kaldırır. Her makamda tekrarlanan, örneğin, Efal
makamında, Fena-i Efal, Tevhidi Efal ve Tecelli-i Efal şeklindeki mertebeler,
bireysel bencillik zanlarını yok eder. Bu durum, Kutsal Ruhun tesirini
gösterir. Resul, var olduğu, zuhur ettiği yerde, böylece, fani olup fena
bularak, gurup ettiği zaman, huzura
çıktığında, zahir oluşundan, varlığından, eser kalmaz, itibar edilecek bir şeyi
bulunmaz. Kalbin ufkuna çıktığından, vasıl olduğundan
itibaren, ufkun en tepe noktasına, ufku alaya, kadar, Kutsal Ruh öğretir. (1)
Üç makam, üçer mertebe halinde geçildiğinde, varlıktan, var olma zanlarından
eser kalmaz. Resulü, Ruhulkuds, Kutsal Ruh, talim eyledi, terbiye etti, her
şeyi öğretti. Nebi, Kutsal Ruhu, en güzel suretinde iki defa görmüştür. Birisi,
Hazreti Ehadiyet’e yücelişinde, diğeri oradan inişindedir.” (53 Necm, 1-7) “Her
şey belirli ölçüde, şekilde, yerde ve zamanda kendine özgü yaradılış ile
indirilir. İlahi nefes rüzgârları, hikmet ve bilgi aşılayıcı, kalplere sefalar
verici ve tecellilerin kabulüne hazırlayıcı olacak şekilde estirildi. Vücutta
bir şey yoktur. Ruh göğünden hakiki ilimler suyu, ilim yüklü enerji,
indirilerek insanlar ihya edildi. İhya edilmezden önce insanın ilim hazinesi
yoktu. Hayat-ı ilmiye ile ilmin hayatı suyuyla, fıtrat makamında kıyam ederek,
ayağa kalkarak, hakiki hayat ile ihya edilir, insan dirilir. Vahdette fâni
kılmakla da öldürürüz. Sizin fenanızdan sonra, baki olan vücutları vâris,
sahibi, olanlar; ancak biziz.” (15 Hicr, 16-23)
İnsanı insan yapan her şey verilmiş, genetiğine, fıtratına yazılmış,
kazınmıştır. Verilen aklıyla verilen tevhit ilmini idrak ederse, Kendini bilir
ve kendini bilen Rabbini bilir!
Umarım biz de kendimizi bilir, her daim, Failin, Hak
olduğunu idrak edebiliriz!
(1) http://necdetaltinay.blogspot.com/2024/09/insan-yaratcdr.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder