18 Ocak 2017 Çarşamba

Çağrı, Son Çağrı


            Çağrı, Son Çağrı                                                                                EÖ17012017

            Küresel ve tarihsel boyutların her köşesinde, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde, insan ile Tanrı ilişkisinin izleri vardır. En eski kalıntılarda tapınaklar, ilk toplumlarda da tapınma olduğuna göre bir ‘Çağrı’dan söz edilebilir. Bu durum insanlığı hayvanlıktan ayıran bir özellik de sayılabilir. Böyle bir ‘olay’ vardır ve gerçektir. İlk çağrı ile bugünün son çağrısı arasında çok küçük bir fark bile yoktur. Çağrı bir ve tek, ancak anlayış ve idrak beşerin sayısı kadar farklı olabilir. Çağrının içsel ve dinsel olduğu düşünülür ama bilimsel olarak kanıtlandığı da bir gerçektir. Günümüzün son bilimsel bulguları, inanılan ve iman edilen her hususu kanıtlar niteliktedir. Evren, maluma tabi olan ilmin, enerjinin, katı bir halidir, insan aklı da bu gerçeği idrak için verilmiştir.

            Tapınağın varlığı, tapınma eylemini gösterir. Tapınma da, ama içten ama dıştan, bir çağrının geldiğine, çağrıya inanıldığına, iman edilip, gereğinin tapmak şeklinde yapıldığına delildir. Bu sayede, firavun da olsa kral da olsa, toplum liderlerinin, toplumun ‘doğru’ ve ‘yanlış’ anlayışına önderlik ettiği açıktır. Bu durum, genel anlamda, bir haklılık ve haksızlık anlayışına bağlı adalet kavrayışıdır. Farklı adalet anlayışları nedeniyle savaş ve barış yapılmış hala da yapılmaktadır. Her türlü yıkım ve yapımın temelinde, böylece, adalet vardır. Adaletin, Hakk’a ve akla bağlandığı, geçmişten günümüze, bir gerçektir. Adalet ise çağrının temelidir.

            Bilimsel alanda, en son ve en çarpıcı buluşlara yer veren oturumlar ve programlar ilginçtir. Dile getirilen gerçekler arasında “Daha küçüğü olamayacak kadar küçük parçacıklar, eksi veya artı, enerji yüklüdür. Daha kısa olamayacak kadar kısa zamanda, parçacıklar var olup yok olur. Nasıl olduğu bilinmiyor ama bir şekilde enerji, sıvılaşıp, katılaşır ve kütle oluşturur. Parça ve kütlesinin içi boştur, varlık boşluktan ve yokluktandır.” gibi gerçekler vardır. İnsan dâhil, en büyük yapılar atomlardan oluşur. Bilgisinden başka, artı, eksi gibi bilimsel veya bilgisel özelliklerinden başka, bir şey olmayan enerji parçacıklarının birleşerek oluşturduğu karmaşık ‘obje’lerin de bilgilerinin dışında bir şey olmadığı kanıtlanmaktadır. Büyük yapılar da, kısaca, bilgi olan parçacıkların birleşmesiyle oluştukları için, bilgiden başka bir şey değillerdir. Bilgilerin topluluğuna bilim veya ilim denebilirse, insan, ilminden başka bir şey değildir. Aynı ilmin bir şekilde birleşip açılımına Tuncer, diğer şekilde birleşip açılımına Ersin denilmektedir. Kişiler ilimlerini ele alıp, yeniden yoğurarak, olgunlaşmaya çalışır. Her bütün, parça ve birleşimlerinin özellikleri nedeniyle, kendine özgü, bir ve tektir.

            Kutsal ve bilimsel mesajların dedikleri aynıdır. “Suretler, ilmin aynidir. Göklerde ve yerde bir zerre miktarı ilminden hariç olamaz” (6.59) “Her şey Rabbimin ilmi iledir. Rabbim ilim cihetinden her bir şey'i vâsidir, yönetir.” (6.80) “Ruh semasından ilim suyunu indirir, ilmî imanla iman edenler için büyük alâmetler vardır.” (6.99) “Evvelden geleceğe kadar tüm mevcudatın vücudu, sana indirilen bir kitaptır. Yani, ilmi sana indirilen bir kitaptır.” (7.1,2) “İlim ile detaylandırdığımız, bir kitap getirdik, yani, ilâhi ilmin gerektirdiği gibi, olgunlaşmaya yetkili ve el­verişli, el ve ayak gibi organlar, göz ve kulak gibi aletler ve duygulardan oluşmuş ‘beden-i insan kitabını’ getirdik.” (7.52) “İnsanın akıl yürütme âleminde ilim ve idrak nurunu inşa etmiştir.” (6.1) “Bilenler, bilgileriyle Allah’ı bilir, ancak çoğu bunu bilmez.” (6.37)

            Boşluktan ibaret olan ‘şey’lerle yapılan inşaat da yokluktan ve boşluktandır. Her bilim dalı, bir önceki bilim insanlarının bildiklerine yeni bilgiler eklenerek gelişir. Kimse tekerleği yeniden keşfetmez. Birinin adı ile anılan yeni bir buluş onun denebilir, ama âlimin kendisi de daha önceki bilgilerin kıymetini bilir ve onlara borçlu olduğunu kabul eder, onları da sahiplenmez. Selin önündeki büyük bir engel, selin yönünü biraz değiştirmiş görünse de su, akışıyla, yatağını bulur. Âlimler suyun akışını işaretlemiş olabilir ama akan sudur ve kendi yolunda ilerler. Aynı gerçek hayatta olduğu gibi, örneğin, yanıcı iki atomun yakıcı bir atom ile birleşip söndürücü su oluşumunda olduğu gibi, ne olduğu bilinir ama neden olduğu bilinmez.

            İnsan, ilim ile açıklanan, ayrıntılı bir şekilde bildirilen, hitap olarak indirilmiş bir kitaptır. İnsan, ilahi ilmin gereğince, kemale ermeye yetkili ve elverişli aza, organ, alet, arzu ve istek şeklinde, ayrıntılarıyla oluşturulup açıklanan ‘insan bedeni kitabı’ olarak indirilmiştir. Bu kitap, yani insan, eğer bedensel zevkler gibi süfli yöne meylederse, kıyamet gününde kör, dilsiz ve sağır olarak yüzüstü toplanıp hesabı görülür. Çünkü zamanında verilen kitabını okumaz, gerçekleri görmez; Hakkın hakikatine kulak verip dinlemez, söylenenleri duymaz ve anlamazsa ne görür ne duyar ne de konuşabilir.

            “Ezelde bahşedilen fıtrat ile verilen Allah’ın nuru, akıl ve idraki, insana bağışların en büyüğüdür. Bu nurun kıymetini, içten gelen ‘Oku’ ile de bilemeyene kimse yardım edemez. Yaşadığınız gibi ölür, öldüğünüz gibi dirilirsiniz. Bedensel lezzetlere eğilim nedeniyle kalbî duyguları ihmal eden, ruhanî bilgilere kendini kapayanlar, bu bilgileri anlayacak idrak sahibi olamazlar. Ne kendilerine ilham edilenleri ne de insanların konuya ilişkin söylediklerini dinler, duyar, anlarlar. Gördüklerinden de ibret alamazlar. Bu nedenlerle kalp ve ruh yönünden gelebilecek herhangi bir duygu ve bilgi bedensel zevk ve lezzetlere düşkün olanlara tesir etmez, etkili olmaz.” (17.97) “Oysa sema ve arzın halk edilmesinin amacı yeniden diriliştir. İlahi sıfatlardan mahrum kalışlarının nedeni yeniden dirilişe inanmamalarıdır. Bu nedenle de Hakk’ın kudretinden de mahrum kalırlar.” (17.98)

            Sel misali, ilme karşı koyarak değil, ilmi anlayıp uyum göstererek, tabi olup ilme biat ederek yapılır her şey. Maddede kalan, madde olarak yaşar, madde olarak tekraren ölür. Kutsal mesajlar ile insana ‘çağrı’ yapılmıştır. Bedensel ve ruhsal olarak her yönden donatılmış oluşu, akıl ve hayal etme güçlerinin verilmiş olması, ‘Çağrı’dır. Gerekli donanım ve yazılım verilmiştir insana. İlmi ile maddesinin de ilim olduğunu idrak etme bilincine ulaşan, bilgi küpünü ilmin içinde eritebilir. Böyle bir bilinç sahibi, ‘insan’, oluşu da ‘Son Çağrı’dır. Dinlememekte, görmemekte, anlamamakta ısrar ederse kör, dilsiz, sağır kalır. Böyle kalmaları, süfli yöne meyilleri nedeniyle olduğundan, Allah’tan olmaz!

            Perdeler kapatılarak güneşe zarar verilemez. İnkâr, imanın kaynağıdır. Hakkın olan, Hak için, Hak ile haklı olarak kullanılabilir. İlmine uygun olmayan uygulama olamaz. İnsan ile Kur’an, hatta evren, ikizdir. Tüm ilmin toplamı olarak indirilen Kur’an, insanın kendini bilmesiyle, ilmin açılımı Furkanı, evreni, aklıyla anlamasıyla, idrak edilebilir. Tüm kutsal mesajları bünyesinde toplayan bu kitap ilk mesaj ise insanın kendisi son mesajdır. Umarım biz de idrak edebiliriz.

 

Habil ile Kabil


               Habil ile Kabil

            Her masal ve efsane, insan ve insanlığa, evvelden ahire, önemli mesaj taşır. Hz. Âdem’in oğulları Habil ve Kabil’in serüveni insan için önemlidir. İbret alınması için elçiler kutsal mesajları halka iletir. İyice anlaşılması ve uygulanması için mesajlar örneklerle açıklanır. Günümüzde tarihsel örnekler geçerli olmayabilir ama temel mesaj hala anlamlıdır. Denilen ile denmek istenen iyi anlaşılmalıdır. Esas mesaj, akıl yerine vehim, hayal ve kuruntunun geçmesi halinde insanın çok şey kaybedeceğidir. Mesaj aklın kullanılmasına, akılcı davranışlar yapılmasına vurgu yapar.

            Atıfta bulunulan yorumun hikâyesi aslında çok ilginçtir. Âdem’in iki oğlu vardır ama ikisi de ikizdir ve her ikisinin de ikizi kız kardeştir. Âdem, Kabil’i, Habil’in ikiziyle, Habil’i de Kabil’in ikizi ile evlendirmek ister. Âdem’in amacı aklını kullanan ve akılcı davranışlarda bulunan oğlunu, hayalci ve hayali davranışlarda bulunanın kız kardeşiyle evlendirmek ister. Böylece, uçuk kaçık hayaller kuran ve hayal âleminde bulunacak olan torun yerine akılcı, gerçekleştirilebilir hayaller kuran torun sahibi olacaktır. Diğer taraftan hiç hayali olmayan hep aklı ile kumrular gibi düşünen torun yerine gerçekçi güzel hayallerini gerçekleştirmek üzere aklını kullanan torunu olacaktır Âdem’in. (5.27,28)

            Habil ve Kabil’den Allah’a kurban sunmaları istenir. Somut olmayan, hayali kurban kabul edilmez. Akılcı, somut kurban kabul görür. Bu duruma çok kızan hayal ve kuruntu sahibi kardeş aklı ile güzel işler yapan, sanatkâr ve güzel ahlak sahibi kardeşini kıskanır ve öldürmek ister. Hayal, kapsamını genişleterek aklı esir alır. Aklın, ilminin kaynağı olan ruh ile ilişkisini keserek yeni bilgiler elde edinmesini engeller, böylece, aklın ölümüne neden olur. Akıl hayal kurulmasına engel olmaz ancak kendini fazlaca hayale kaptıran aklını pek kullanamaz, hatta toprağa, bedene gömer. Aklı kullanmamak kişinin normal hayatını etkiler, güzel işler yapamaz, hayali işler peşinde koşmakla ahlakı da bozulur. Aklın ölümü insanın da ölümüdür hayal kurması ve kuruntu yapması da mümkün olmaz. Bu durum insanın yaradılış amacına aykırıdır, her şeyin bir amacı vardır. Bir insanın böyle ölümü, insanın bünyesindeki insanlığın da, toplumun hayal âlemine kapılması durumunda, insanlığın da ölümüdür. Her insan insanlığı da kapsar.  (5.29-32)

            “İnsanın fıtratına nakşedilmiş olan Kur’an ilmi, olgunlaşma amacını gerçekleştirmek üzere, ayrıntısıyla Furkan ilmi olarak indirilmiştir. Her nebi daha önceki nebilerin ilmini onaylar ve korur sonra kendi ilmini açıklar.” (5.48) Amaç insanların ibret almasıdır. Her insan aslında bir kalptir. Kalbin bir nefse bir de ruha açılan kapısı vardır. Ruhtan alınan ilim nefse aktarılarak uygulanır. Nefsanî tat, lezzet ve zevkler insanı hayal âlemine daldırır. Aklı yitirecek kadar hayal etmenin sonucu kötü, akılcı hayaller kurarak hayalleri gerçekleştirmek iyidir. En iyi, doğru ve güzelin gerçekleştirilmesi için gereken ilim insanın fıtratına nakşedilmiştir. İnsan akıl yürütme ve hayal etme güçlerini dengeli kullanmalıdır.

            İnsan akıl ve hayal dengesini iyi kurmalıdır. Kendine verilenlerle evrenin halk ediliş ve insanın inşa ediliş amacına ulaşmasını bilmelidir. Bilinmek isteyen bilinmelidir.