Sonrasını Biliriz
Kitabı okumak için lütfen tıklayınız
Büyük insanların
büyük düşünceleri mi oluyor yoksa biz büyük düşünceli olanlara mı büyük insan
diyoruz? Hele bu insanlar bilim insanları ise bilgileri, bulguları, bilimleri
ve düşünceleri de çok bilimsel oluyor, bu nedenle dedikleri doğrudur diyoruz.
Ancak, bazen söylenenleri anlamakta, kabul etmekte veya inanmakta zorlanırız.
Bu da nasıl olur der kalırız. Sanırım buna benzer en zor alan ve anlarda
bilimsel alan ile inanç alanını birbirleri için kullanabiliriz. Birinin
dediğini diğeri de teyit ediyorsa gönül rahatlığı ile “doğru” diyebiliriz.
Örneğin, Termodinamik ilminin temel “Enerjinin Sakınımı Yasası” der ki “enerji
dönüşür, işe veya kütleye, maddeye dönüşür ama yok olamaz, yoktan da var
olamaz.” Aynı şekilde inanırız ki “Var olan Bir ve Tektir, yok olmaz, sonradan
yok olan da hiç var olmamıştır ki zaten.”
Evren bilimi
“kozmoloji”, “astrofizik” her şeyin ilk anına noktayı koydu. “Büyük Patlama
için bir sebep ve enerji gerekli değildir” dendi. (Bakınız Hawking)
“Üstelik evren veya proton fark
etmez, her an her yerde büyük ya da küçük bir ‘şey’ oluşması mümkündür, yoktan
var olabilir ve tekrar yok olabilir ve bu iş için bir enerji gerekmez.” Bizim
köyde olsam, duymuş olduğum, “o yalan bu yalan, fili yuttu koca yılan” deyimini
anımsardım. Diğer bilim insanlarının da itiraz etmediği bu fikir bilimsel bir
sonuç olarak öne sürülüyorsa “aksi ispat edilinceye kadar” diyerek kabul edebiliriz.
Bari teyit etme şansımız elimizden alınmasaydı, inanç âleminde doğrulama
yapabilirdik. Keşke bu büyük insanlar bilimsel buluşlarının sonunda “basitçe,
gerek olmadığı, ihtiyaç duyulmadığı için, Allah yoktur” demeseydi. Biz de
kendilerine “mübarek insan bu bilimsel bir sonuç mudur, bir formüle uygun mudur,
enerjiden ötesine nasıl hüküm veriyorsun?” desek yerinde olabilir. Oysa “söylendiği
gibi hayali bir Allah yok” dense “Haklısınız” denirdi. “Pozitif Bilim” denip
negatif sonuç çıkmazdı. Madem işiniz pozitif bilim hadi biraz da negatif bilim
yapın desek ne yaparlar acaba.
Kitabımız
“Allah vardır, var olandır, gayrisi de yoktur, O’ndan başka bir varlık veya
İlah yoktur” der. “Evren yoktan var edilmiştir, eşya bütün özellikleriyle, bir
düzen içinde ve bir amaç için halk edilmiştir.” Evren “hiç bir şeyi bir var
olsun bir yok olsun diye var etmedik, bir düzen içinde ve bir amaca uygun
şekilde halk ettik” ayetine (3.117) göre düzenlenmiştir. Ku’ran’ın anlamı
düzen demektir, eşyanın hakikati bilindiğinde, “var oluşun içinde ‘düzen’ ilk
andan itibaren inmiş haldedir, eşyanın özünde bu hakikat gizlidir, ayetlerin
Resul tarafından, ayrıntılı uygulamalar halinde açıklanması 23 yıl sürmüştür”
idrakine varılabilir.
Daima önce
bir boşluk veya yokluk vardır. Sonra her şeye sahip olunur. Biz de yoktuk önce,
bir plan program veya bir düş, düşünce sonucunda var olduk. Bilim insanları iş
ve işlemlerinde tesadüf yoktur. Doğaya gelince aynı bilim insanları “rastgele,
tesadüfen kendini kopyalayabilen enzimler sayesinde canlılık oluştu” der. Evren
çok sayıda katsayının var oluşu ve halen de öyle oluşu sayesinde dengede
durmaktadır. Elektron küçücük yörüngesinin bir turunu bile tamamlamadan yok
olur başka yörüngede ortaya çıkar. Bu elektronun elektrik yükünün değeri az
farklı olsaydı madde olamazdı (Bakınız). Evrenin genişleme katsayısı az
farklı olsaydı ya çökecek veya dağılıp gidecekti. Sanırım “tüm oluşumda tesadüf
olsaydı evren on dört milyar yıl yaşında olamazdı, yeniden oluşmaya çalışırdı”
demek mantıklı olurdu.
Tüm fiil,
olay ve eylemler ya doğaldır ya da yapay. Doğal olaylar doğadan yapay olanlar
insandandır. Yaptıklarımızı bir amaç gözeterek yaparız. İş ve işlemlerimiz bir
sıfat altında yapılır. Amir veya memur, oğul veya baba, öğretmen veya öğrenci
olarak yaparız. Sıfatlar belirler işin sonunu. Genelde kötünün yaptığı kötü,
iyinin yaptığı iyi olur. Ancak biz işin sonunda görür veya öğreniriz, işinden
anlarız yapanın ne olduğunu. Hatta işin sonunu yapanın kişiliğine, zatına
bağlayabiliriz olayı. Kişilik bakmakla, görmekle anlaşılamaz ancak en sonunda
kişiliği nedeniyle ne veya nasıl olduğu bilinir. Bilmemizin, bilebilmemizin,
aklımızın bir sınırı vardır, sonrasını görerek öncesini biliriz. Fiillerden
sıfata ve sıfatlardan zata ereriz. Ermemiz için ‘akıl’ verilmiştir, durmaksızın
‘arama’ kişiliğimize kazınmıştır. Elimizde hazır bulduğumuz özellikleri
kullanarak bilinç sahibi oluruz. Amaç insan olmaktır.
Her sonuç
bir sebebe dayanır. Aklımızın düşünme sistemi böyledir. Bugün bir şey varsa,
böyle isek geçmişte bir sebep olmalıdır. Bu nedenle kendimize “nereden gelip
nereye gidiyoruz?” diye sorarız. Geri dönüş için zamanı yaratırız. Zaman akıl
içindir, itibaridir, izafidir. Proton ile nötronun birleşmesi için zamana gerek
yoktur. Elektronların karşılıklı etkileşimi için zaman gerekmez. Foton
dediğimiz ışık düzeyine inince değil zaman mekân da hükümsüz olur. İkiz foton
deneylerinden bilinir ki bir fotona yapılan etkiden aynı anda çok uzaktaki
ikizi de aynı şekilde etkilenmektedir. Kısaca, her şeyin sonrası öncesine bağlı
ve bağımlıdır. Her idrak ettiğimiz “son” için “böyle olacaktı ya ne olacaktı,
çünkü öncesi öyle olanın sonu böyledir” denebilir. Her şeyi an be an yaşarız,
biz hep son andaki son durumda varızdır. Bu hal bir mucizedir, varlığımız,
yaşamımız, yaşadığımız bir mucizedir. İyi ki böyledir, böyle olduğuna ne kadar
şükretsek, teşekkür etsek azdır. Bu halimizin her dakikasını atmış saniye
yaşamalı, zevkini çıkarmalı, keyfini bilinçli olarak sürmeliyiz. Fotonu biliriz
kendimizi bilemeyiz, bilince “önce var olan ancak sonra da vardır” dememiz
gerekir.
Amaç insan
olmak, yolu da kendimizi bilmek ise Doğu ve Batı kültürleri burada ayrışır
diyebiliriz. Sanki birisinde “insan haklarını” bilirler “insanı” bilemezler,
diğerinde “insanı” bilirler “insan haklarını” bilemezler. Kralın kendilerine tanıdığı
hakları başkasına tanımazlar. Karşısındakini kendisi gibi bilemeyen, Hakk’ını tanımayan
insan mıdır? Hayvan gibi güçlü ise çok mu önemlidir? Güç Hak’tandır, hak güçten
gelmez. Önünde veya sonunda sentez yapmayı umarım öğrenebiliriz. Doğru, doğudan
batıya gidiyoruz, umarım batıdan da doğuya geçip gelebiliriz.