13 Mart 2013 Çarşamba

Sabreden Erebilir!


Kitabı okumak için tıklayınız:
Click here to view Kendimizi Bilmenin Neresindeyiz.

           Çocukluktan, gençlikten, yetişkinliğe ermiş, kendisi için iyi ile kötü, doğru ile yanlışı ayırt eden, kendini öğrenmeye başlamış her insan için Kitap ve Hitabın muhatabı olmak bir şereftir demiştik. Bu çağlarda insan ve insanlığın nereden gelip nereye gittiğini düşünmek kaçınılmazdır. Her birey kendine göre bir çevre algısı oluşturur. Çevresi ile alış veriş içinde olur, verdiklerine karşılık aldıkları vardır. Aldıklarının bir kısmını biriktirir. Sahip olduklarının gerçek sahibini idrak edince ve teslim edince de alçak gönüllü olabilir demiştik. Bazılarına tevazu sıfatı, ilk aşamada, çok pahalı görünebilir. Bu eşiği geçemeyen yalnız ve sadece dünyada kalır, kalbinin mana âlemine açılamaz. Nefis ve mal muhabbetinden vazgeçme cesareti bir sabır işidir aslında. Kitapta sabır içeren bir iki örnek üzerinde çalışabiliriz.

          Konuşabilmeniz, anlatıp öğrenebilmeniz, ayetleri okuyup anlayabilmeniz, kitabı ve hikmetini idrak edebilmeniz için kendi cinsinizden bir insanı size resul göndererek sizi andığımız gibi, zikir olunduğunuz gibi veya hatırlandığınız gibi siz de davete icabet ederek, uyarak, iradenizle itaat ederek beni zikrediniz. (Fezkürûnî, Ezkürküm).

          Bana doğru yapacağınız yolculukta idrakinizin artması ve nimetlerinizin bollanmasıyla ben de sizi zikredeyim. Bu yolculuğunuza muhabbetle devam ediniz ve doğru yolda olduğunuza şükrediniz ki ben de irfanınızı ve size olan muhabbetimi artırayım. Nimetleri alıp da nimetlerin kimden geldiğini bilmemek küfürdür. 2.151,2.

          Görüldüğü gibi mesaj “okuma”, “öğrenme”, “anlama”, “idrak” hatta “hikmet” diyerek de sezgi üzerinde yoğunlaşmakta. Bu kavramların hakkını verebilmek için ne gerekirse sizde zaten vardır denmek isteniyor. Bilgi alma, bu bilgileri işleme ve yeni bilgiler üretme yeteneği insana verilmiş durumda. Çevre ile alışveriş iki boyutlu iken bu mesaj ile bir üçüncü boyutla ilişki devreye girmekte. Bu nedenle evrim iki boyutlu devrim üç boyutlu diyebiliriz. Kalbin mana ve ruh âleminden ilim alması ve bunu uygulayarak cevap vermesi yeni bir boyut oluşturmaktadır. İnsan ancak böyle insan olabilir, yaratılabilir!

          Ey aynî imanla iman edenler, azamet ve kudretimin tecellisi sırasında benimle sabredin ve benden hakiki şuhut, basiretli görüş ile yardım isteyin. Yüce Allah, nurlarının tecellisi sırasında, sabredenlerle beraberdir. Resulün “mutu kable ente mutu – ölmeden önce ölünüz” dediği gibi, nefsanî heveslerinden kurtulan, tevhit yolunda ilerleyerek nefsini fani kılmış olan kimselere aciz, miskin demeyin. Belki, onlar hakiki hayat ile diridirler, kişisel huzur ile Allah’ı şahit tutmuş ve onunla kadirdirler ve siz bilemeyebilirsiniz. (Yâ eyyühellezîne âmenû..bisabbri vessalât, 2.153,4).

          Biz elbette sizleri birçok şeyle ve birçok şekilde sınayacağız, imtihan edeceğiz. Benden korkarak, korkutularak, mallarınızı kaybederek, nefsinizi güçlendiren şeyleri eksilterek ve kalbinizi güçlendiren şeyleri kaybederek sınanacaksınız. (Eh dünya için neden “sınav yeri” dendiği belli oluyor.) 2.155.

          Benimle olma iradesinin kuvveti ve benim muhabbetimin lezzeti sebebiyle alışmış, alışkın oldukları şeylerle olmamaya sabredenleri müjdele. Bu nedenlerle uykusuz kalanlara, yani bir derece uyananlara, bir musibet isabet ettiğinde onun kudretimin etkisiyle olduğunu düşünüp olayda sıfatımın tecelli ettiğinin idrakini yaşarlar. Böylece, kendi mülklerinin, tasarruf sahibi olduğum mülk olduğunu yakinen, ilmen bilerek “biz O’ndan gelir O’na döneriz” diyerek, benimle bende Halik olduklarını müşahede ederler. (2.156: (..esabet musîbet) (Kalû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râci'ûn).

          O’nunla olmak ve O’nun muhabbeti için sabredip burada olanlara müjde!

151. Nitekim size aranızdan bir resul göndermişiz; size ayetlerimizi okuyor, sizi temizleyip arıtıyor, size Kitab'ı ve hikmeti öğretiyor, size, daha önce bilmediklerinizi belletiyor.  

152. Anin beni ki, anayım sizi. Şükredin bana, sakin nankörlük etmeyin!

153. Ey iman sahipleri! Sabra ve namaza sarılarak yardım dileyin. Hiç kuskunuz olmasın ki, Allah sabredenlerle beraberdir.

154. Allah yolunda öldürülenler için "ölüler" demeyin. Tam aksine, onlar dirilerdir ama siz farkında olmazsınız.

155. Yemin olsun ki sizi korku, açlık; mallardan-canlardan-meyvelerden eksiltme türünden bir şeyle mutlaka imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele.

 
          İşte bunlara fenadan sonra bilgilerimle bilgili, ilmim ile âlim, sıfatımla sıfatlanmış vücut vardır. Benim mülküm O’nundur diyerek O’nda fani olan O’na dönerek O’nunla baki olur. Sen çık aradan kalsın yaradan! Veled-i kalp! 2.157.

          Kalbin vücûdu «Safa»sı ve nefsin vücûdu «Merve»si ilâhi dinin alâmet, işaretlerindendir. Yakin, ihlâs, rıza ve tevekkül kalp adetlerinden; namaz oruç ve diğer beden ibadetleri kalıbın ibadetlerindendir. (2.158: ..safâ ve merve..)

          Cemal ve celal tecellilerinin idrakinde fena bularak tevhid-i sıfata umre eyleyen kişiler bağışlanmış hakkanî vücutla, hakkın vücuduyla kalp ve nefis makamları olan “safa” ve “merve”ye geri dönerek aralarında tereddüt etmezler, gidip gelmezler. Bağışlanmış hakkanî vücutla şüpheye düşmek olmaz, bu vücut evvelki vücut gibi değildir. “Misal âlemi olan dünyada her olmuş, olan ve olacak için, cemal veya celal sıfatlarından birinin tecellisidir” diyebilen kişiler kalbin dünyaya açık kapısından, sadır, kalbe sığınmış olurlar. Kalp sıfatların tevhit edildiği, birleştirildiği yerdir. Bu açıdan kalp “Kâbe”dir, Allah’ın evidir, burasını gezen, gören, hac eyleyen, idrakinde olan artık dünya işlerine geri dönüp o mu bu mu şüphesine düşmez safa ve Merve tepelerinde dolaşmaz. “O vardır, gayrisi de yoktur” diyebilen, vücudun O’na ait olduğunu idrak ettiğinden kendi vücudunun da bağışlanmış olduğunu idrak eder. Bu tevhit Hak’dan halka inen piramide yukarıdan bakarak tümden gelim, fiillerden sıfatlara çıkan tevhit ise tüme varımdır. (2.158: ..haccelbeyte evi'temere.. tavvafe).

          Yere göğe sığmayan müminin kalbine sığmış. Böylece, hac, umre, tavaf, safa, Merve kavramları anlam kazanır. Hepsinin temelinde tevhit kavramı vardır.

          16 Nahl, (Ayet 127) (Vasbir ve mâ sabrüke illâ billahi) Habibim; sabr ey­le ve senin sabrın ancak Allah iledir. Bilmek gerektir ki sabrın; «Al­lah, fillâh, ma'allah, anillah, billah» olmak üzere kısımları vardır, îmdi :

1.     «sabrullah»: Sabrullah, Allah için, O’nun rızasını kazanmak için sabır. İmanın yarısı sabır yarısı da şükürdür. Sevilen bir şeyin kaybında ve sevilmeyen bir şey olduğunda nefsin feryat etmemesi sabırdır. İyi ahlak sahibi olmak bunları gerektirir.

2.     Sabr-ı fillâh: Sabrı fillah Allah’da sabırdır. Hak yolunda ilerlemek, sebat etmek, isteyerek nefsi isteklerine karşı yatıştırmak, nefis lezzetlerini terk etmek sabır gerektirir. Bu yolda başa gelebilecek belalara tahammül ederek olgunlaşmanın kaynağına doğru inmek azmin güçlü olmasını gerektirir ki bu da sabırdır. İyi niyetle Hak yoluna çıkmış olanlara bu sabır bağışlanır.

3.     Sabr-ı ma'allah: Sabrı maallah Allah ile beraber sabırdır. Efal ve sıfat elbiselerinden soyunma, cemal ve celal tecellilerine maruz kalma, alışılanlara uzak kalma zamanında huzur duyabilmek keşif ehlinin sabrıdır. Bu sabır kalbin huzuru ile başarılabilir.

4.     «Sabr-ı anillah»:  Sabrı anillah, Allah’dan sabır, fenaya, yok olmaya sabır.

5.     «Sabr-ı billah»: «Allah ile sabırda»  Sabrı billah, habibini kocaltan sabırdır, kimsenin bunda nasibi yoktur.
 

          2 Bakara, (Ayet 163) (Ve ilâhüküm ilâhim vâhid) Ey muvahhidler, tevhit edenler! İbâdete mahsus kıldığınız mabudunuz, zâtıyla bir ve mutlak bir olan bir mabûddur. (Lâillâhe illâ hu) (Ayet 163) Vücûdda o Vahid-i Mutlak'ın gayrı bir şey ve O'ndan başka mevcûd yokdur ki, ibâdet olunsun, imdi ona şirk etmeniz, nasıl mümkün olabilir. O'nun gayrı, sırf ademdir, yoklukdur, bu sebebden şirk, ancak O'na cahil olmakdan neşet eder, kaynaklanır. (Errahmânü) (Ayet 163) Rahmeti her mevcuda şamil, kapsayıcı olan, rahmet sahibidir. (Errahîm) (Ayet 163) Hususi ve hidâyet rah­metini mümin ve muvahhidlere, tevhit edenlere, çokluğu bir görenlere mahsus kılan rahmet sahibidir. Bu ayet-i kerime, rütbe hasebi ile tevhid hakkında nazil olan âyetlerin evvelidir. Yâni bizim cihetimizden değil, Hak cihetinden olan tevhi­din akdemidir, (ilkidir, öncekidir). Çünkü, bizim tarafımızdan olan tevhidin evvelki mertebesi, ef'âl tevhididir. Bu tevhid ise, zât tevhi­didir.

 

8 Mart 2013 Cuma

Alçak Gönüllülük Nasıl Olabilir?

(sayın okuyucu, aşağıda, 240 sayfa olarak yayınlanan  bir kitabın bir bölümünü bulacaksınız. Kitabın "pdf" halini ücretsiz veya basılı kitabı (20 TL) necdet.altinay@gmail.com adresinden isteyebilirsiniz, umarım bulduklarınız zamanınıza değer, sevgiler.)



Revize edilmiş Kitabı okumak için lütfen: Tıklayınız
 

 
 

 Bir önceki toplantımızda tasavvufun ilme dayalı olduğunu ama ilmin uygulama olmadan bir işe yaramayacağını konuşmuştuk. Aslında her bilgi öyledir uygulanmazsa yararı yoktur. Sadece bilmek için öğrenmek bir lükstür.

          Tanım itibariyle “ledün” zaman ve mekânı kaplayan ve kapsayan bir zarftır. Ledün ilmi olarak Kur’anı kerimde geçen bu ilim her şeyi kapsar çünkü kitap da her olmuş ve olacağı kapsar. Çalışmalarımızda kitap ve ilim deyince ne anlayacağımız böylece belirlenmiş olur.

          Kitabın bizim için indirilmiş ve hitabın bize olması, kimden geldiğinin idrakinde isek, bizim için şereftir. Birisiyle tanıştırılmaktan şeref duyunca, genellikle, davranışlarımız değişir. Biz de “ey düşünen akıl sahipleri”, “ey akıllı, düşünen insanlar” gibi hitaplarla başlayan ayetleri okurken mesajları anlamaya çalışmamız gerekir. Tanışmaktan şeref duyduğumuz bir büyüğün dediklerini unutmamaya ve hayata geçirmeye çalışırız. Böyle yapmanın bize yararlı olacağını düşünürüz.

          Her kişinin anlayış ve idraki farklıdır. Köyden kente, cahilden bilgeye veya fakirden zengine herkes bir diğerinden oldukça farklıdır. Hitap ve kitap herkese olacak kadar evrensel ve ayrıca geçmişten geleceğe olacak kadar da kapsamlıdır. Ülkeler düzeyinde anayasaları ve ülkelerarası düzeyde de insanlığa ilişkin bildirgeleri anımsatır. En önemli özelliği kitap “aracı” istemez, doğrudan kişiye hitap eder. Te’vil de bu demektir, “kişiye ne diyorsa o!”

          Kitabı yalnız okuyup kaldırsak da duygusal zenginlik kazanabiliriz. Vereceği mesajı anlayıp uygularsak maddi ve manevi zenginlik elde edebiliriz. Kitabı çeşitli amaçlarla okuyabiliriz. Okumuş olmak için okuruz. Anlamak için okuruz. Anlatmak için okuruz. Bir konuda ne diyor acaba diye okuruz. Biz de burada, ele alacağımız değerler, kitapta nasıl işleniyor acaba diye okuyabiliriz.

          Bugün ele alacağımız değer alçak gönüllülüktür. Alçak gönüllü olmak gerek, tamam, ama kitapta bu değer nerelerde nasıl geçiyor acaba birkaç örnek üzerinde durmaya çalışalım.

          Genel Olarak Alçak gönüllülük ne demektir?
 
          Alçak gönüllülük tam anlamıyla kibir ve gururun karşıtıdır. Yetersizlik, korkaklık ve güvensizlik değildir. İnsanın kendini küçük görerek alçaltması da değildir. İnsanın kendi değerlerini, yeteneklerini, olumlu ve olumsuz yanlarını iyice bilerek; kendini olduğundan başka türlü görmemesi ve göstermeye kalkışmamasıdır.

          Alçak gönüllülük, benlik tutkusundan kurtulmayı bilmek, gösterişe değil öze önem vermek, gereksizcesine övünmemek, övülmeyi de beklememektir. İnsanın gerçekten alçak gönüllü olabilmesi için önce kendine karşı dürüst olması sonra da karşısındakilere karşı dürüst olması gerekir. Alçak gönüllü kişiler aynı zamanda mütevazı kişilerdir.

          Kitaptaki Yeri ve Önemi nedir?

           Bir mesaj: “Müminlerin nefisleri ve malları cennet karşılığında alınmıştır.” Yani, kendilerine böyle bir ticaret teklif edilmiş olanlardan bunu kabul edenler, buna inananlar, böylece mümin olanlar, nefis ve mallarını teslim etmişlerdir. Bu alışverişte akıllı bir seçim vardır. Bu nedenle buna ilmî iman denebilir, ilmen yakin denebilir. Ellerindeki her şeyi, akıllı seçimle teslim etmeyi, “zaten sen verdin senin bunlar” demeyi kabul edenler önemli bir karar vermişlerdir. Eldeki kaybedilince kıymeti bilinir, kaçan balık büyük olur misali. Değeri ve kıymeti daha iyi bilinen bir dünya vardır artık elde. Üstelik sahip siz olmadığınız için gerçekten cennetteymişsiniz de verilenlerin zevkini çıkarıyorsunuz gibi. Her şey az gelirken hepsi fazla fazladır artık.

          Hepsi elinizdekini teslim etmekten doğdu. Dikkat edilirse bilimsel bir karar ile başladık. Aynı topraktan aynı su ile sulanan dünya bahçesindeki nimetleri teslim ettik aklımızca, hem de gerçek sahibine. Aklın olduğu yerde daima şeytan da iş başındadır. Aynı toprak olamaz kimisi kumlu kimisi humuslu gibi veya su da aynı olamaz bir kısmı yağmurdan bir kısmı kuyudan gibi araya girer. Biz de onu büyük patlamaya kadar geri götürüp hepsi aynı hidrojen atomundan değil mi diyerek susturabiliriz.

           Akıllı seçim ile elimizdekileri teslim ettiğimizde daha zevkli ve keyifli bir şekilde bunlardan yararlanabiliyoruz. Nefis cenneti de böyle olsa gerek. Nefis ve mal muhabbetinden vazgeçilince alçak gönüllülük sıfatıyla sıfatlanılır. Ben diye bencilce kazandıklarımız yetmez iken, teşekkür ve şükür içinde olunur, var olanlar nimet olarak görülüp gönlümüzde bir diyalog içine girilir. Bu diyalog da bizi içine çeker. İçine çekildikçe nimetleri gözümüz görmeyebilir. Konumuz alçak gönüllülük olduğu için, bundan ötesindeki gönlümüzün boyutlarını şimdilik düşünmeyelim.

 

          Elimizdekileri teslim edince bunlar geldi başımıza bir de biz teslim olsak kim bilir neler olur. Bu mesajda önemli olan alçak gönüllülüğün bir sıfat olduğunu ve bu sıfat ile sıfatlanmanın sonuçlarının nefis cennetine kadar ulaştığı dikkat çekmekte. (9.111).

          Diğer bir mesaj: “Ey müminler, hangi mekânda olursanız olun yüzünüzü Mescid-i Haram olan kalbinizin sadır, yani beden, yönüne döndürün. Orada göreceğiniz cemal ve kemali müşahede ederek, gözleyerek yüz çevirmeyin. Böylece, Hak’tan gafletiniz anında, insanlara sözlü veya fiilen üstünlük taslamış olmazsınız”. Eğer amacınız halkın arasında da Hak ile olmaksa her zaman ve her yerde hakkın cemalini ve halkın kemale erişini müşahede edersiniz. Böyle bir gözlem içinde olursanız kimse karşı çıkmaz, herkes size tevazu gösterir, alçak gönüllü olur ve boyun eğer. Ancak tard edilmiş olanlar, dünya ehli olanlar size alçak gönüllülük gösteremez. Size anlayış gösteremeyenler size zarar da veremezler. İlk mesajda konu biz nasıl alçak gönüllü olabiliriz iken burada başkaları bize karşı hangi durumlarda tevazu gösterebilire yer verilmiş. (2.150).

          Mesajların bir akıl yönü bir de hikmet yönü vardır. Hikmet yönüne iyi örneklerden biri de bu mesajdır. “Kalbi istila etmek isteyen nefsin şeytan filini de önüne katarak kalbe saldırmasını, ruhun nuruyla nurlanan fikir ve zikir kuşları alçak gönüllülük, iffet, akıl ve fikir taşlarını atarak defetmiştir”. Bilindiği gibi Fil suresinde açıklanan bir olay vardır. Kâbe inançsız bir komutan tarafından fil ordusuyla yıkılmak, yerle bir edilmek istenir. Ancak, ağızlarında ateş topları veya taş taşıyan kuşlar tarafından bozguna uğratılmış, kâbe kurtulmuştur. Bu surenin bin bir hikmetinden biri de şöyle anlatılmaktadır. Kalp her insanda imanın merkezidir. Her kişinin nefsi, file benzetilen şeytanın komutasında, şeytani güçleri arkasına alarak kalbi işgal etmek ister. Böyle bir nefis savaşında iyi ahlakın güçleri, kötü ahlakın güçlerini, ilimden ve imandan alınan destekle her zaman yener. (alçaklık kibri, tevazu böbürlenmeyi, oruç şehveti, merhamet gazabı yenmiş, gidermiştir). (105.1-5).

      Hoşgörü ve tevazu konusunda güzel bir örnek de tevhit ilminin başlangıcında verilir. Hz. İbrahim bir gün “bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demiş. Kitapta geçtiği şekilde 2 Bakara, 260 (…tuhyil mevta) İbrahim Aleyhisselam’ın “Ey Rab’bim bana ölüleri ne suretle dirilttiğini göster” dediğini hatırla. Yani beni ilm-i yakin makamından iyan makamına erişdir. “Evet iman ettim, yakinen biliyorum fakat gönlümün rahat olmasını istiyorum”. İlmî yakin tam sükunu sağlamaz ancak aynî yakin sağlar. Rab’bi İbrahim’e “sen kuşlardan dört tanesini al” yani İbrahim’i aynel yakin makamından, hakiki hayatın şuhudundan men eden kuvvetleri al dedi. “o kuşları kendine zam et”, yani, bu kuvvetleri, lezzetlerini istemeye, aramaya çıkmaktan men eyle. Onları kendine meylettir. Rivayet kuşlar tavus, horoz, karga ve kaz idi, yani, kendini beğenmişlik (ucub), şehvet, hırs ve dünya muhabbeti idi. İbrahim’in kuşları kesip tüylerini yolması, etlerini kanlarını karıştırması emredildi. Yalnız başları saklandı. Murad, işlerinden men edip, riyazatla tabiat ve adetlerini, alışkanlıklarını kökünden kazıyarak nefsini bunlardan arındırmasıdır. (…cebelin…) Sonra her dağın üstüne bir parça koy, yani, bedeninin yapısında bulunan dört anasır (toprak, ateş, hava, su), veya yedi dağ, yedi aza-organ (gözler, kulaklar, burun delikleri, ağız). Bu kuvvetleri kökünden sök ve öldür. Sonra, o kuşları çağır. Yani sen bu kuvvetlerin hayatı ile diri iken bunlar sana tabi değil sen onlara tabi idin, onlar seni işgal etmişlerdi, senin emrini dinlemiyorlardı, sen onların her istediğini yapıyordun. Sen onları öldürünce mahv u fenadan sonra bağışlanma olan hakiki hayat ile diri olursun. Onlar da kendi hayatı ile nefsin hayatı ile değil, senin hayatınla diri olarak sana muti olurlar ve emrine boyun eğerler. O vakit onları davet ettiğinde sana koşarak gelirler.

Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi “alçak gönül” insanı insan yapan sıfatlardan birisi ve eğitimle kazanılan bir değerdir. Sıfat olduğuna göre çok sayıda ve çok çeşitli fiilleri kapsar. Öğretmen sıfatını kazanan kişi öğretme, ölçme, değerlendirme gibi birçok iş ve işlemleri gerçekleştirir. Kendisine yakışan ve yakışmayan davranışlar vardır. “Hayvanat bahçesi, insan davranışlarını incelemek amacıyla hayvanların toplandığı yerdir” denir. Aynı şekilde, her insanın hayvanlıktan kurtulma ve uzaklaşma yolunda, örnek alarak, eğitim görerek, ilim sahibi olarak gelişmesi şarttır. Güzel ahlak sıfatlarıyla sıfatlanmamız kendimizin kullanım klavuzu olan kitaptan yararlanmamız kaçınılmazdır. Bu kapsamda bu sıfat da insan olma yolunda bir aşamadır, bir makam veya derecedir denebilir. İlmen yakınlık cabasıdır. Sevgi ve saygılar.